Bir gece, bir koyu karanlık gece ki kara gölgeleri birbirinin üzerine yığılarak siyah sulardan tahaccür etmiş buz tabakaları gibi etrafa setler çekmiş olsun. Bir orman,, semalara bir insan tehevvürü ile köpürerek yükselmiş bir orman ki beşeriyetin küçük bir parmağına bile müdahale hakkını vermeyen sık ağaçlarının, birbirine dolaşmış sarmaşıklarının ve çalıların arasından bir ufak yıldıza bile tebessümün tesliyet huzmesini akıtmasına imkan bırakmıyor olsun. Bu gece ile bu ormanın korkunç zulmetleri içinde görmeyen gözlerle,tutunamayan ellerle,sendeleyen ayaklarla,etrafına fısıldayan esrar nefeslerinden ürkerek, tüzüne buzlu temaslarla çarpan gece siyahlıklarından ürpererek geçilecek bir yol, başını koyacak bir kütük, sırtını verecek lütufkar bir ağaç bulmaktan aciz bir yolcu, mevzubahis gece soyuttan gelen müşahhas mekana sirayet eden birçok neşaatat kümesi......
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.