Geçmişin soğuk pençesi, sadece Elina Bennett'in yüreğinde yara değildi. O, çocukluğunda her yıl yeni bir şehir değiştirmek zorunda bırakılmış, alıştığı her bir gün başka yerlere alışmak zorunda kalmıştı. Bir ailesi vardı, öyle biliyordu, ama o ailesi geçmişin gölgeleri arasında sıkışmış viran olmuş ve dağılmıştı.
Gerçekleri öğrendiğinde, çocukluğundaki enkazın altında sıkışmış tohumdan çiçek açacak mıydı?
Arkasında kocaman ordular, güçler, gölgeler, eğitimciler varken.. onun kalbinde ise kaybettiği çocukluğunu bulmak, mezarı bile olmayan babasına bir mezar bırakmaktı. Gerçek benliğini, güçlerini öğrendiğinde onun için her şeyden bir haber kocaman bir kapı açılacaktı gün yüzüne, bu kapı sayısız ölümsüzün yaşadığı, çeşitli güç gruplarına sahip olan varlıkların eğitim gördüğü herkesten gizli sıradışı bir okuldu. Bu okula, karanlık geçmişi yüzünden gerçek kimliğini gizleyerek giren Elina, sadece gerçekleri öğrenmeyecekti.. demir kubbelerin altından damlayan kanlar geceyi ele verecek, kilitli olan kapılar birer birer açılacaktı.
Bir şeyi unutuyordu Bennett, her şeyin içerisinde onca gücün, kıyametin, karmaşıklığın ortasında gerçekleri öğrenmek için sıkışan kalbi bir şeyi unutuyordu.
Aşk'ı..
Ve Bennett hatırladığında, geceden bile daha karanlık uzman nişancı Alexander Donovan, enkazın altındaki çiçeğin büyümesine izin verecek miydi.
Yoksa asıl kıyamet, yeni mi başlıyordu?
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.