Saat sabaha karşı 03.34...
"O gece, bana 'Birlikte güneş'in doğuşunu izleyelim mi ?' diye bir soru sordu. Aramızda yalnızca birkaç ev vardı, çatıdan baktığımda belki de onu görebileceğim kadar yakındım ona. Uykular içinde kıvranırken, esnemeleri nefes alıp vermesini engellerken bana böyle bir soru sordu. Bunca yıldır hayatımda varlığını bildiğim ama hissedemediğim onca insandan böylesine güzel bir teklif almamışken, o tüm huzur saçan benliğiyle bana 'Birlikte güneş'in doğuşunu izleyelim mi ?' dedi...
Burası benim büyüdüğüm, çocukluğumu kahkahalarla geçirdiğim, kimi zamansa bir ağaç dibinde kimsesizliğime ağladığım bir yerden farklıydı ilk kez.
Belki aylarca, belki de yıllarca; sesini yalnızca aralıklı zaman dilimlerinde duyabileceğiniz, dokunmak istediğinizde ekranı sevmekle yetinmek zorunda kalacağınız, kokusunu duymak için takvimden yaprakları binbir hevesle koparacağınız, aynı fotoğraf karesinde yan yana gelmesenizde aynı denizin kumlarında ayak süründürebildiğiniz bir insana kalbinizin yolunu çizer miydiniz ?
Bu, bir uzak mesafe hikayesi! Birbirini çok eskiden tanıyan iki insanın, birbirlerini yeniden görecekleri gün gelene kadar geçirdikleri zamanın; gecelerce minicik bir ekranın içinden birbirlerinin gözlerine bakmaktan saniye yorulmayan, aralarındaki binlerde kilometrenin varlığına rağmen aşkı dibine kadar iliklerinde yaşayanların hikayesi !
Burası, bu satırlar ve bu kelimeler dünyanın iki ayrı ucunda yaşayan iki insanın ütopyası ve burada anahtar kelime yalnızca sabırdır.
"Tahsin amca kim bu herif?" diye sordum. Kara gözleri avına odaklanmış bir aslan gibi keskince benim ürkek yeşillerime odaklıydı.
"Behzat Kıvançlı'nın büyük oğlu Halil İbrahim Kıvançlı." dedi sesinde bariz bir gerginlik vardı. Benim tanımadığım bu adam etrafımdaki herkesi fazlasıyla germiş durumdaydı.
"Onlar Karadenizli değiller mi? Ne işi varmış bu topraklarda?" diye sordum. Gözlerimi zar zor kopardım kara gözlerinden.
Göz göze geldik Tahsin amcayla, "Onun olanı almaya gelmiş babandan, öyle diyorlar..."
Anlamaz bir şekilde kaşlarımı çattım, "Onun olan ne varmış burada acaba? Bizim topraklarımızda hükmü geçmez onun!" dedim çirkefçe.
"Benim hükmümün geçmeyeceği bir toprak yoktur küçük hanım." Arkamdan duyduğum sesle irkildim, bu kalın ve sert ses Halil İbrahim denen adama ait olamazdı değil mi?
Tahsin amcanın gözlerinden dehşet geçti, arkamdaki adamın önünde hemen ellerini birleştirip başını eğdi ne oldu bilmiyorum ama sessizce yanımızdan sadece birkaç adım ayrılıp bizi baş başa bıraktı ama hala köşede tetikteydi.
Cesaretimi toplayarak döndüm ona. Yakın mesafeden gördüm kara gözlerini şimdi daha bir karanlık bakıyordu. "Topraklarınızda gözüm yok. Ben benim olanı almaya geldim." dedi karanlık çıkan ses tonuyla.
Yutkundum, sesimin titrememesine özen göstererek, "Senin olan neymiş?" diye sordum. O an gözlerinin parladığına yemin edebilirdim.
"Aze, Aze diye bir kadın. Bey kızı Aze derlermiş buralarda ona."
Gözlerim istemsiz irileşti, buzlu suyun içine düşmüş gibi titredim. Aze kızdım ben. Yüreği yiğit, gözleri güleç Aze kızdım... Bey kızı Aze derlerdi bana.
***
BU KİTAPTA GEÇEN OLAYLAR VE KİŞİLER TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR. GERÇEK KİŞİ VE KURUMLARLA ALAKASI YOKTUR.