Herkes birilerine, bir şeylere fısıldadı. Herkesin herkesi, bizimse bizden başka kimsemiz yoktu belki de. Biz o kimsesizliğin içinde birbirimizi bulmaya çalışıyorduk. Hem birbirimizi hem de kimsenin bulamadığı benliğimizi...
Biz, geceye fısıldamayı seçmiştik. İşte her şeyi değiştiren de buydu. Farklıydık. Olabildiğince farklılık ve alabildiğince kırıklık doluyduk. Buna rağmen, birbirimizi bulabiliyorsak biz bütündük. Kırıklarımız ve sağlamlıklarımız birbirini tamamlıyordu. Bu yüzden bu kadar güçtü bizsiz kalmak.
Fikrimce sen benim hayat kaynağımdın. Zannımca, ben senin her şeyin olamasam dahi eksik kalan bir yerlerinin yapıştırıcısıydım. Ben senden gidemeyen, sen de bana gelemeyendin.
Zaman geçti, günler geçti. Dünya değişti ve hatta biz değiştik. Yine de benim için önemli olan asıl konu ne kadar değiştiğimizdi. Hâlâ geceye fısıldayacak mıydık?
Gece hâlâ yaralarımızı sarmak için güneşi indirecek miydi tahtından? Parmakların saç uçlarımda gezinirken ben hâlâ haykırabilecek miydim sana karanlıklarımı?..
Gel ve tekrar fısıldayalım bizim olana. Gel, gel, gel... Yeter ki gel.