Tarihi fantastik kurgu: Ortaçağ'ın karanlık gölgesi altında, veba salgını her köşeyi sararken, Valderis Krallığı son nefesini verirken, uzak doğunun gizemli sınırlarında Bendegiler İmparatorluğu yeni bir başlangıçla parlıyordu. Güçlü krallıklar arasındaki bu çekişmede, bir zamanlar zirvede olan Valderis Krallığı gerileme sürecine girerken, Bendegiler imparatorluğu yükselişe geçiyordu.
Hikaye, orta çağ güzeli Ehanella'nın, veba salgınının gölgesinde kervanlarla uzak doğuya doğru cesur bir yolculuğuna odaklanıyor. Ehanella'nın hekimlik tutkusu ve kararlılığı, onu zorlu bir yolculuğa sürükler. İlginç karakterler, eski zamanların yıpranmış yollarında karşısına çıkar, ve bu yolculuk sadece coğrafi bir değişim değil, aynı zamanda içsel bir dönüşüm de sunar.
Aşkın, savaşın, gücün, iktidarın, tıbbın ve sarayların karmaşık örgüsü, izleyiciyi derinlere çeken bir film gibi bu hikaye boyunca örülür. Efsanevi savaş sahneleri, duygusal anlar, antik şehirlerin detaylı tasvirleri ve karakterler arasındaki dinamik ilişkiler, hikayenin her anını zenginleştirecektir.
Bu epik yolculuk, Ehanella'nın hayatındaki dönemeçlerle birlikte, izleyiciyi sürükleyici bir dünya içinde kaybolmaya davet etmektedir. Her bir detay, Ortaçağ atmosferini canlandırarak, siz okuyucuları zamanda yolculuğa çıkaracak ve tarihi bir destanın içinde kendinizi bulmalanıza olanak tanıyacaktır. Ehanella'nın zorlu hayat yolculuğu başlıyor.
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.