Sessizce yağan yağmuru izliyordu. Hali yok gibiydi, pencerenin çürümeye başlamış pervazına tutunmuştu. Onu böylesine yaralayan neyin nesiydi bilmek istiyordum. Kalbim boğuk boğuk inilderken, sancılar kaburgalarıma saplansa da durduğum yerden ayrılıp yanına adımladım.
İlk konuşan ben olmayacaktım, Yavaşça bana döndüğünü hissettim. İzlediğim bahçeye dolan yağmur tanelerinin gövdeleri sesleri gibi sert sert pencereye çarpıyordu. Başımı ona çevirmedim, o da bir tepki beklemiyor gibiydi.
"Kırgınım. Özlüyorum ama en çok da acı çekiyorum." Sesi yumruk yapılan bir elin beyazlaşan parmak boğumuna dönmüştü. Zar zor o hali almıştı. Gözlerinde hislerinin kanıyla dolmuş nehirleri kuruyordu. Ağlamıştı.
"Sen benden kaçtıkça ben ölüyorum sanki Atina."
"Özür dilerim." Sesim kısıktı. "Ben," öfkem usul usul bir uyuşturucu olup kanıma sızıyordu. "Bizim için böyle olsun istememiştim."
"Biliyorum. Eren'e olan ilgini ve yaşananların seni yıprattığını görüyorum. Hatalıyım evet," derin bir nefes aldı. Acıyan sadece onun canıymışçasına kırgındı ve hala bencildi. "Sen, beni hiç affetmeyeceksin değil mi?"
"Ben Eren'e zarar veren kimseyi istemiyorum hayatımda Gamze. Sen bana zarar vermedin. Sen bir masuma zarar verdin." Sesim öylesine hiddetli ve yüksek tondaydı. Gözlerimi kısa bir an kapattım. İçim daralmaya ve sıkılmaya başlamıştı.
"Kırgın değilim, kızgın değilim ama hayatımda da seni istemiyorum. Gerekirse içimizde kan çıkartırım yine hayatımıza tekrardan girmene engel olurum!" Sesim hiddetini kaybetmemişti, onu kaybetme korkusu, tüm dünyamdan ve kendimle yaşadığım bu çelişkili savaştan bile daha baskındı. Acımasızca üstündü kabullenmekten korktuğum bu his.
Gözlerimi yere indirdim, bu keresteden ev çocukluğumun büyülü ninnileriyle dolu olsa da artık ruhumun ve bedenimin damlayan kanlarının sesiyle doluydu. Çığlıklılarımla,