Gece çökmüştü. Çölün ayazı, Yusuf'un sırtına titrek bir yük gibi biniyordu. Elinde dürbün, gözleri ufka sabitlenmişti. Ama baktığı şey bir düşman karargâhı değil, zihninde yankılanan eski bir anıydı. Bir okul bahçesi... Askerî lise... Üniformalı hâlleriyle gülümseyen iki genç... İlk tartışmaları, ilk ortak tatbikatları, ilk kez göz göze geldikleri o an. Sonra bir veda... Sebepsiz değil, ama kesin. O anın üzerinden yıllar geçmişti. Ve şimdi, kader onları yeniden aynı cepheye sürmüştü. Yusuf'un sesi telsizde yankılandı: "Baydar, sağ kanadı sen al. Her zamanki gibi önce sen gir." Seren'in sesi hemen geldi, çatık ama tanıdık: "Sen hâlâ emir veriyorsun demek... Neyse ki hâlâ dinlemiyorum." Sözleri sertti, ama tonunda bir titreme vardı. Eski günlerin izi, kalbin derinliklerinden sızmıştı. Yusuf gülümsedi. "İyi ki hâlâ hayattasın, Baydar." Seren kısa bir sessizlikten sonra yanıtladı: "Sen de... Komutanım." Geçmişleri onları ayırmıştı. Gururları, görevleri, gençliklerinde susturdukları duygular. Ama şimdi, yan yana omuz omuza savaşıyorlardı. Ve her kurşun, yıllar önce yarım kalmış bir aşkın içinden geçiyordu.All Rights Reserved
1 part