"Bir şansın olsa yine böyle mi yapardın kızım?" Lâl hakimin dudaklarından çıkan her kelimeyi büyük bir boşvermişlikle dinliyordu. Hakim sorusunu tekrar sordu. "Evet Hakim Bey. Bir şansım olsa tekrar öğretmen olurdum." Hakim memnuniyetsizlik ve yılgınlıkla baktı Lâl'in çehresine. Gördüğü tek şey delirmiş bir öğretmen müseveddesiydi. "Sana son kez soruyorum kızım. Bir şansın olsa, yine böyle fevri mi davranırdın? Yine böyle huzursuzluk çıkarıp isyan mı başlatırdın? Yaptığına pişman mısın değil misin? Son kez soruyorum!" Lâl başını kaldırdı ve arkasında duran kalabalığa baktı. Kiminin gözlerinden bardaktan boşanırcasına yaş akarken kiminin gözlerinde de büyük bir sevinç peyda olmuştu. Hayat ne tuhaf şey diye düşündü Lâl. "Cevap ver!" diye kükreyip elini masaya vuran hakime karşı Lâl olabildiğince kayıtsızdı. "Evet, dedi, bu tuhaf küreye bir daha gelsem tüm tuhaflıklarına, yolsuzluklarına, acımasızlığına karşın yine öğretmen olurdum." "Öyleyse yaz kızım, sanığın yaptığı eylemlerden hiçbir pişmanlık duymaması ve mahkemeyi ciddiye almamasından mütevellit, sanığın idamına karar verildi." Feryatlar ve kutlamalar... Hayat, dedi Lâl, ne kadar tuhaf. İnsani duygularını kaybetmiş bir insan... İdeallerinden vazgeçmiş bir idealist... Mutlu günlerini yâd edemeyecek kadar yorgun bir beşer, Lalani. Her şeyi gören gözleri artık kör, her şeyi duyan kulakları artık sağır. Her şeyi bilen o, artık kim olduğunu bile bilemiyor. İşte bu yaşamanın en acizce şekli. Onu ayakta tutmayı başarmış gururu artık İstanbul sokaklarında, kimliği belirsiz ayakların altında. Aciz... Tamamen aciz... Fakat, acizliği bile onu öldürmeye yetmiyor. Ne bir adam ne de bir kadın. Sadece Lalani. Duyarsız, kör, sağır, dilsiz ve sessiz. Ruhunun fırtınalarına bile sessiz. Bir var oluşun, Bir ayağa kalkışın, Bir ce