Bedenlerimiz var olmadan önce, ateş keşfedilmeden önce birbirimiz için kül olduk.
Düğüm olduk, birbirimize son olduk.
Alevler içinde sevgiye tutulduk.
Bir öldük,
Bin dirildik.
"Parmaklarım arasında dolanan kaderin kırmızı ipleri beni sana bağlarken.. Nasıl? Nasıl, senden uzak durmamı beklersin?"
"O ipler kırmızı değil. Yüreğimden taşan acının rengi bulaşmış.."
Boğazında bir yumru oluştu. Cümlesine devam edemedi. Elleriyle yüzünü sıvazladı hızlıca, belki de hızlıca akan gözyaşlarını sildi. Başını yere eğdi, dilini yanaklarında gezdirdi. Boğazını temizledi ve kırmızı gözlerini gözlerime dikti.
"Kanlar içinde acı çeken ruhumu göremezken, hangi bağdan bahsediyorsun?"
Tek bir nefeste söyledi. Cümlesini bitirirken bir yaş indi gözlerinden, çenesine doğru hızlıca süzüldü. Benimse karın boşluğuma koca bir bıçak saplandı. Acı dolu hali, kızgın cümleleri ve gözyaşları..
Koca bir tır ezseydi bedenimi böylesine acı verir miydi? Nefessiz kaldım. Gözlerimi dahi kırpmadan öylece kalakaldım.
O kalmadı.
Arkasını döndü ve gitti.