Hayatım boyunca hep intikam arayışında oldum. Bana yapılanların hıncını, hayır, aileme yapılanların hesabını çıkarmayı hayal ettim, buydu çabam, tek gayem. Sanki, beni bu hayata bağlayan başka bir şey yok gibi, her şeyimi buna adadım.
Adım Cecilia. Varlıklı bir ailenin artık var olmayan kızıyım. Böyle dediğimde kulağa garip geliyor, farkındayım. Mamafih, hakikat bu.
Ailem, ben beş yaşındayken katledildi. Bir yangın, ama hiç de öyle değildi işin aslı sanki. Tüm ülke, günlerce milyarder çiftin ölümünü konuşurken ben, öldü gösterildim.
Hayal gibi, bir film sahnesi gibi zihnimde her şey; kocaman alevlerin dalga dalga üzerine yürümesi bir canavar misali, bedenimi kavurak sıcaklık ve ter, güçleşen nefes alıp verişlerim, kollarımda sımsıkı tuttuğum peluş ayım ve bir anda bulanıklaşan görüşüm...
Gözlerimi açtığımda kilometrelerce uzakta, otuzlarının sonundaki bir kadının evindeydim. Bunu hatırlıyorum, unutmak ne mümkün?
"Senin adın artık Jane," demişti. "Cecilia'yı unut. O, öldü o yangında. Ailesinin intikamını almak uğruna..."
Mrs Conner, babamın sekreteri, belki de bu hayatta güvendiği nadir insanlardandı. Bundan olacak, dediklerini, beş yaşında da olsam yadırgayamadım. Kim bilir, belki de çok büyük bir şokun etkisinde olduğumdan sustum, konuşamadım...
Beni, Mrs Conner büyüttü. Dul bir kadındı, ayak bileğindeki hafif aksaklık sebebi ile erken emekliye ayrılmak zorunda kalmış bir eski polis... Beni, öz kızı gibi sevdi, büyüttü. Politikayı bana o öğretti; Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca'yı ana dilim gibi konuşmamı sağladı; hukuk okumaya beni yönlendirirken bir yandan da siber güvenlik dersleri almamı istedi.
"Her açıdan tam teşekküllü ol, Jane. İhtiyacın olacak..."
Elime ilk defa silahı veren oydu, dövüşmeyi de ondan öğrendim.
Hepsi, salt kalbimi hâlâ korlayan intikam ateşini bir nebze olsun dindire
Aşk suçtu.
Senin olmayan birisi için beslediğin duygular bir cellat gibi dikilirdi karşına. Sonra kollarına iki asker girerdi, o askerler başını bir kütüğün üstüne bastırırken boynuna inecek baltayı büyük bir sabırla beklerdi insan beklerdi ki, cellat alacak onun kellesini.
Ama o balta inmeden önce, dururdu zaman. Sabır kanatırdı insanın her bir zerresini, bir işkenceden farksız akardı saniyeler, bir sudan sessiz, bir dalgadan daha hırçın.
Aşk cellatı, ve o balta aşkın ellerinden inerdi insanın boynuna. Sevda cehennemdi, seni sevemeyen birinin aşkı ateşdi.
Kendi kalbini yakan, kendi kanını akıtan bir kılıçtı. İnsan nasıl saplardı kendi sırtına bıçağı?
İnsan ancak aşık olsa ihanet ederdi kendisine.
Aşk ihanetdi, aşk en büyük oyun ve insanın kendine yaptığı ihanetdi.
O Yavuz Payidar'dı, kendine en büyük ihaneti yapmış sırtına bir bıçak saplamış, boynunu bir cellatın önüne uzatmıştı.
O Payidar'dı, sevdalanmıştı.
Ve sevda, onun ihanetiydi.