Babam beni dinleseydi ve ona her şeyi anlatabilseydim yazmazdım. Onun için hayal kırıklığıydım. Herkes için hayal kırıklığıydım.
Yalan değil, herkesin takdirini kazanmayı, beni sevmelerini istedim. Ama hiç bir zaman; beni takdir etmeleri ve sevmeleri için de bir şey yapmadım. İnsanların duymak istedikleri sözleri onlara söyleyebilecek kadar yetenekliyim, ama insanlara umut verip, sonra da o umutları kıracak kadar cesur değilim. Hayat bana asla yalan söylemedi... Asıl yalanı ben, kendime söyledim. Neresinden bakarsanız bakın, bu benim hayatım. Tutanın elinde kalan.
Kutudaki Son Kibrit Çöpü, ziyan olmuş çocukluğum ve gençliğim için bir ağıt. Kiminin yakmaya kıyamadığı, sakladığı, kimininse yakmaya değer bulmayıp, görmezden geldiği. Alev alınca boş yere yanıp tükendim mi? Yoksa kendimle beraber her şeyi yakıp kül mü ettim?
Neyse konumuz bu değil, hadi başlayalım...
"Benim topraklarımda ölmek için özel bir nedene gerek yok."
Mihra Elnurova, Türkiye'nin güneyinde yer alan, ufak bir Türkmen ülkesi olan Karahan'da yaşamaktadır. Sıcacık bir ailede büyüyen Mihra, hayatın sert ve acımasız yüzüyle henüz tanışmamıştır.
Ta ki ülkesinde baş gösteren iç savaşa kadar.
Ülkenin çeşitli bölgelerinden ayaklanma, silahlanma haberleri gelirken hiçbir sorun olmadığına inanarak yaşayan genç kız, bir sabah bulundukları kasabaya ülkesini ve kendi topraklarını korumak için Türkiye'den askerlerin gönderildiğini öğrenir.
Bu askerlerin arasında hayatının aşkının da olacağından bihaberdir.
Yağmurlu bir günde şarkı söyleyip kendi kendine eğlenirken çitlerin arkasından kendini izleyen Türk askeri Yusuf Agâh Demiral'ı görünce Mihra'nın kalbi o zamana dek hiç atmadığı kadar kuvvetli atmaya başlar.