İki dünya bir cihan bir araya gelse düzelmeyecek bir dostluk.
Yarım kalmış onlarca kalp.
Ben Dinçer Ecevit, Yalan damarda kan olsa ben ölmeyi tercih ederdim. Çünkü babam bana böyle öğretmişti. Eski beni kaybetmiş üzerime mesleğimin ağırlığı çökmüştü. Beni gömmüşlerdi ama vicdanımı ellerini süremezlerdi. Ben Dinçer Ecevit, bazı geceler düşündüğümden daha çok tanıyamıyorum kendimi, bazı geceler nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Bazen kendimi o kadar kaybediyorum ki özüm karşıma geçip yalvarıyor, durmam için ayaklarıma kapanıyor.
Ben Asila Güney, kasırgalar vardı beni de alıp içinde sürükleyen. Anılar vardı beni içinde hiçbir zaman barındırmayacak. Hatırlar vardı benim hiç unutmayacağım. Bir ben vardım hiçbir zaman ait olmayacak. Sırlarım vardı benim de herkes gibi. Aynalarım vardı içimi döktüğüm hiç kimse gibi. Değersizdim aslında bende herkes gibi, onarılmayacak kadar dağılmış atılmayacak kadar vefalı. Ben Asila Güney, küçücük bir an insanın kendini kaybetmesine yetiyordu. Küçücük bir an hayatını alt üst etmeye yetiyordu. Küçük bir an bir insanın mahvolmasına yetiyordu. Bazen benim düşündüklerimi başkaları öyle düşünmediği için kendimi suçluyorum, bunun bir kusur olduğunu kendime hatırlatıyorum. Ama gerçekten küçücük bir an bana her şeyi unutturabiliyor. Ve bazen küçücük bir an ise iki tarafın da enkazları altında kalmalarına yetiyordu. Dinçer öyle bir gitmişti ki, o sokak küçücük olup beni içine hapsetmişti.
Geçecek, geçecek, geçecek, geçecek...
Geçmiyorsa da bitecek, bitecek, bitecek, bitecek...
Geçmeli, geçmiyorsa gitmeli.
Anlamalı, anlamıyorsa durmalı.
Görmeli, görmüyorsa ölmeli.
Susmalı, susmuyorsa duymalı.
Bilmeli, bilmiyorsa yeniden öğrenmeli.
Sevmeli, sevmiyorsa yalan söylemeli, yalan söylemeli, yalan söylemeli, yalan söylemeli...