Gece karanlığında, korkuyla koşuyordum. Ay ışığının zayıf parıltısı, zifiri karanlıkta yolumu az da olsa aydınlatıyordu. Peşimde yankılanan çığlıklar ve tehditkâr sesler, ardımdaki gölgeler gibi beni takip ediyordu. Paniğin ve yorgunluğun birleşimiyle yere düştüğümde, dünyam bir an için sessizliğe büründü. O an üzerime düşen gölge, kaderimle yüzleşme zamanının geldiğini işaret ediyordu.
Geçmişimden çıkıp gelen bu tanıdık gölge, hatalarımın ve ihanetlerimin bedelini ödemem gerektiğini hatırlattı. Onunla yüzleşmek, kaçmanın bir anlamı olmadığını ve ancak böyle özgürlüğe kavuşabileceğimi anladım. Gölge, bir zamanlar en yakın dostumdu, şimdi ise geçmişin karanlık izleriyle dolu bir hayalet gibi karşımdaydı. "Özür dilerim," dedim, gözyaşlarımla. "Sana yaptıklarımın bedelini ödemeye hazırım."
Geçmişin yükünü kabul ederek, geleceğe dair umutla dolmaya başladım. Ancak bu yüzleşme, bir rüyanın parçasıydı. Sabah uyandığımda, kâbusun gerçekliğiyle yüzleşmek zorunda kaldım. Ay ışığı altındaki huzurum, birden bire karanlık bir gerçekliğe dönüştü. Gizemli bir silüet, beni ormanın derinliklerinde saklı eski bir eve sürükledi.
Bu evde, korkunun ve bilinmezliğin hüküm sürdüğü bir yerde, gerçek kabusum başladı. Geçmişin gölgeleriyle yüzleşmek ve geleceğe doğru adım atmak, artık kaçınılmazdı.
Bir mahalle. İki kadın. Ve yavaş yavaş içeri sızan yepyeni bir hayat...
Hüma ve Miray, geride bıraktıkları onca karmaşadan sonra küçük bir mahalleye taşınırlar. Yenimahalle; sokaklarında çocuk kahkahaları, balkonlarında çiçekler, pencerelerinden umutlar süzülen bir yerdir.
Burada, tozlu raflardan silinmiş bir hayalin peşindedirler: Bir pastane. Küçük bir dükkan, büyük bir başlangıç.
Ama bazen hayat, tam da en sessiz anlarda başlar. Fırın kokularının arasına anılar karışır, mahalleye sinmiş sesler kalbin içine işler. Camdan içeri yalnızca güneş sızmaz; geçmişin gölgeleri, geleceğin ihtimalleri ve belki... bir çift göz de o camın ardında bekler.
Bu, acele etmeden anlatılan bir hikâye.
Yavaş yavaş.
Tıpkı mutluluk gibi...