Metal ve Büyünün Çarpışması"
O kış, tarihe kazınacak kadar soğuktu. Ancak bu, yalnızca havanın soğuğu değildi; insanlığın üzerine çöken çatışmanın soğukluğuydu. O gün, Batı'nın orduları, büyünün hüküm sürdüğü Doğu topraklarına doğru harekete geçti. Ama kimse, bu çatışmanın sıradan bir savaş olmadığını bilmiyordu. Bu, insanlığın kaderini baştan yazacak bir karşılaşmaydı.
Batı'nın topraklarından yükselen metalik tınılar, büyünün eski ve sıcak yankılarıyla çarpıştı. Fakat sıradan insanlar bir şey fark etmişti: bu iki güç yan yana var olamazdı. Bir yanda, büyünün doğayı koruyan dokunuşu; diğer yanda, metallerin insan aklının sınırlarını zorlayan yaratımları. İki taraf da kazanmaya hazırdı. Ama savaşın ortasında bir soru yankılandı: Hangi taraf haklıydı? Ya da her iki taraf da yanılıyor olabilir miydi?
Batı, savaş makineleriyle Doğu'nun kutsal köylerine saldırdığında, dünya nefesini tuttu. Bu köyler, dokuz kadının-dokuz cadının-gücüne yaslanıyordu. Fakat bu kadınlar kimdi? Neden onların isimleri düşmana korku, müttefiklere umut veriyordu? Batı'nın orduları bu köylere ulaştığında beklenmedik bir şey oldu: büyü, metali susturdu. Ama zaferin bedeli ağırdı.
İşte tam bu noktada hikâye yeni bir dönemece girdi. Savaş durdu, fakat barış sağlanmadı. Ateşkes denilen şey, yalnızca fırtınadan önceki sessizlikti. Fakat bu sessizlik içinde bir fısıltı dolaşmaya başladı: "Bir lider geliyor."
Bu lider, metalin soğuk zekâsı ile büyünün sıcak enerjisini birleştirecek, insanlığı birleştirecek bir güçtü. Marya. Adı, rüzgâr gibi yayıldı. Ama Marya kimdi? Onun gücü, barış mı getirecekti yoksa yeni bir savaşın fitilini mi ateşleyecekti?
Marya'nın hikâyesi başlıyordu. Ama bu hikâyede her cevap, sizi daha büyük bir soruya sürükleyecek. Kim dost, kim düşman? Barış gerçekten mümkün