Kaç gündür burada olduğuma dair, kesinlikle hiç bir fikrim yoktu. Bu zifiri karanlık odada, damlayan suyun sesi dışında bir şey duyulmuyordu. Gözlerim ışığa ne kadar alışırsa alışsın, hiç bir şey göremiyordum. Ağır çelik kapı, aniden büyük bir gürültü ile açıldı. Dışarının ışığı odanın tüm karanlığını yararak yere ulaştı. Hemen ardından uzun, yapılı bir gölge düştü önüme. Günlerce kapıyı açmaları için yırtındıktan sonra öylesine bir vakitte kapıyı açmaları, komiğime gitmişti doğrusu. Traji komikti, burnumdan güldüm hafifçe. "Havin Altuğ, komik bir şey mi var?" Duyduğum İngilizce kelimeler ile irkildim bu defa. Hadi Havin, lisede dil bölümünü boşuna okumadın sen. "Kaldır kafanı!" Gelen emir ile yüzümü buruşturdum. Lisanlarımızın bile aynı olmadığı bir adamın emrine uymak? Güçlükle kaldırdım kafamı, gördüğüm tek şey ise önüme çökmüş bir adamın silüetiydi. Konuşmaya çalıştım, ama mecalim yoktu. "Boşuna yorma kendini, zaten bundan sonraki günlerin epey yorucu olacak." Konuşmak için tüm gücümü kullandım bu defa. "Bakın, kimsiniz bilmiyorum ama gördüklerimi görmemiş gibi yapabilirim... Lütfe-" Kahkahasının sesi durdurdu beni. Bu soğuk odada bu soğuk adamın tavırları tüylerimi diken diken etmeye başlamıştı. Her zaman güçlü kalabilirdim, ama şu an yorgundum. Göz kapaklarımı bile kaldıramıyorken, karşımdakinin beni itaate zorlaması ayarlarımla oynuyordu. "Boşuna yalvarma doktor hanım" Güldüm, başka şansım varmış gibi konuşuyordu. "Sonunda öleceğini bilen birisi, başka ne yapabilir?"