Bir bayram arefesinde, dul bir kadın yanında babadan yetim kalmış çocuğu ile zengin bir hacının dükkanına girerek, Allah rızası için yardım istedi. Hacı fakir kadına yardım etmediği gibi:
Bıktım sizden nedir bu iş.. Ben sizin için mi çalışıyorum. Defol şurdan, diyerek kovdu.
Hacıdan hiç ummadığı bir şekilde cevap alarak kapı dışarı edilen kadıncağız, melül- mahzun oradan ayrılıp giderken, hacının karşısında, aynı mağazadan bir dükkanın sahibi olan yahudi, o fakirin ızdırabını anladı .
- Nedir hanım, hacı size niçin bağırdı?, diye sordu.
İmanlı ve şuurlu bir kadın olan fakirceğiz, Yahudiye hacıyı şikayet etmek yerine :
- O benim büyüğümdür. Döver de, kovar da, sana ne oluyur ey kefere! diye cevap verdi.
Fakat Yahudi durumu anlamıştı. Kadını ısrarla dükkana çağırıp, ne isterse almasını, kendisine ve çocuğuna olacak elbisenin kendisinde bulunduğunu hatta hacınınkinden daha iyisini kendisinden alabileceğini söyleyerek dükkanına getirdi. Dul kadın ve yetim çocuk Yahudinin dükkanından beğendikleri elbiseyi giydiler, kuşandılar ve kadın Yahudiye :
- ALLAH sana iman nasip etsin. Sen bizi giydirdiğin gibi ALLAH da sana Cennette köşkler verip Cennet elbiseleri giydirsin, giblerden dua etti, yanındaki masum çocuk da, anasının duasına amin, dedi. Şen şakarak oradan ayrılıp gittiler.
Dul ve yetimi dükkanından kovan hacı, o gece bir rüya gördü. Rüyasında kıyamet kopmuş ve kendis cennete girmişti. Cennette gezerken gayet güzel, gözleri kamaştıran bir köşk gördü. Baktı ki, köşkün kapısında kendisnin ismi yazılı idi. diyerek köşkün kapısından içeri girmek istedi. Fakat kapıda bekçi olarak bekleyen melekler hacıyı içeri almadılar.
- Giremezsin hacı, dur bakalım nereye gidiyorsun? dediler.
Hacı durdu :
- Niye giremiyorum, bu köşk benim değil mi? diye sordu.
Melekler cevap verdiler :
- Düne kadar senindi ama, maalesef dün sizden başkasına devredildi. Daha henüz kapısının üzerrindeki tabelâ da sçkülmemiş, yakında sökerler, dediler.
"Burası... benim evim değil," diye fısıldadım, sesim titrek ve zayıftı. Massimo hafifçe başını bana yaklaştırdı, gözlerini yüzüme sabitleyerek beni inceledi.
"İtalya'ya gidene kadar burası senin evin," dedi, sesi yumuşaktı ama arkasında sert bir kesinlik vardı. "Yeni hayatına hoş geldin, piccola mia. (Küçüğüm)"
"Evime gitmek istiyorum," dedim, boğazımdaki düğümü bastırarak.
Massimo hafifçe gülümsedi ama bu gülümseme eğlenen birinin gülümsemesi değildi.
"Aslında seni zaten yanıma alacaktım..." dedi ve başını hafifçe yana eğerek beni süzmeye devam etti. "Ama duymaman gereken şeyleri duydun, Amore mio (Sevgilim). Bu yüzden, her şey benim için daha da kolaylaştı."
"Benden ne istiyorsunuz?" dedim, sesim hala titriyordu, en azından konuşabiliyordum. "Size istemeden bir şey mi yaptım? Bakın, özür dilerim. Ne yaptıysam pişmanım. Lütfen... bırakın gideyim."
"Gitmeyi artık unut, bella mia (Güzelim.)"
Nefesim kesildi.
"Bundan sonra burada, benim yanımda olacaksın," diye devam etti. Parmağını hafifçe çeneme dokundurup yüzümü kendisine çevirdi. Gözlerini gözlerime kilitlemişti, kaçmamı istemiyordu.
Kaçamayacağımı biliyordu.
"Ve yakında..." Gözleri karanlık bir ateş gibi parladı. "İtalya'da, yeni bir başlangıç yapacağız."
İtalya...
Yeni bir başlangıç mı?
Boğazımdaki düğüm daha da sıkılaştı.