Yıllar yıllar önce 1996 yılında fosil bir dragon yumurtası bulup, onu hayata döndürmek için bilimsel deneyler peşine düşen, bilim adamı Zinar Akınöz, teorileri desteklenmeyip yapmaya çalıştığı şeyin insanlığın sonunu getireceğine inanan meslektaşları hatta dostları tarafından hor görülünce, şeytani planlarını hayata geçirmek için balta girmemiş insan izlerinden yoksun ıssız bir ormanın derinliklerine firar ediyor.
İsteklerine karşı çıkan dostlarından biri olan mafya adamı Tekin Kırlangıç'a, duyduğu öfkeyle, tek varisi, kıymetlisi olan henüz 1 yaşındaki kızını da yanına alarak kaçıyor ve işlediği bu suç geri dönüşü olmayan hatalara maal oluyor.
Henüz 1 yaşındaki kızını, yer altı dünyasının en kıdemli mafya adamıyla ortaklık uğruna, 7 yaşındaki sakat oğluyla sözlendiren Tekin Kırlangıç, kızının ortadan yok olması ile yer altı dünyası ona düşman kesiliyor ve hayatı zindana dönüyor. Yaptıklarından dolayı eski dostuna kin bileyen adam, eski dostunun geride bıraktığı, oğlu Burhan Akınöz'ü, öfkesinin hedefinde tutup henüz 10 yaşındaki ufak çocuğu kendi pisliğine sürüklüyor. Böylece yüzün yılın savaşı başlıyor. Babasının hatasının ceremesini çeken Burhan, geri dönüşü olmayan yollarda benliğini kaybediyor.
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.