İnsanlar başkalarının hikayelerinde misafir olmaktan zevk alıyorlar. Kimi zaman bir åşk hikayesi, kimi zaman acılarla dolup taşan bir dram, kimi zaman intikam, kimi zaman boşa geçen bir hayat. Hikayelerin konusu değişse bile, odağındaki insandır insanların ilgisini çeken. Hikaye güzelse eğer, okuyucular hülyalara dalarak, kendi başlarına gelmesini dileyerek okurlar. Yok hoş değilse eğer yaşananlar, bu sefer de 'iyi ki benim başıma gelmedi' diyerek, kapı deliğinden kaçak bakarcasına okurlar satır aralarını.
'Her insan bir hikayedir' aslında ama bunu fark edenlerin sayısı hiçte öyle sandığınız kadar çok değildir. Hayatın sıradanlığını ele alıp, ustaca kullanılmış kelimelerle bunu bir hikaye haline getirebilen yetenekliler azdır.
Yetenekli olduğumu iddia edecek kadar budala değilim. Yaşadıklarımın sıradışı olduklarını iddia edecek kadar egoist hiç değilim. Sadece bu günlerde yazmak ve kendimi bu şekilde ifade etmek için sabırsızlanıyorum.
Ben kim miyim?
O'nun sesi, onun parmakları, onun yaşantısıyım?
O kim diye soracak olursanız...
O benim yansımam...
Gerisin geri benim kimliğime dönüverdik bir anda...
Ben kimim?
Asıl sen kimsin?
Sahi biz kimiz?
Tek davası okumak olan Avin Mirşad.
Bin derdin dermanı olan Maran Mirşad.
"Mardin şahidim Maran yüreğimin güneşisin. Dışımı aydınlatırken yüreğimi yakansın."
Hayatın acımasız döngüsü içerisinde birbirlerine denk gelen iki insan.
"Mezopotamya şahidim Avin. Hem gecem hem gündüzümsün. Sen benim gökyüzümsün."
Herkesin bir yarası var. Güneş kadar yakıcı, gece kadar karanlık.