Birbirimizden hiç hoşlanmıyor, zorunda olmadıkça iletişim kurmuyor, her fırsatta bir diğerimizden daha iyi olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyor olabilirdik.
Her bir ödev, her bir sınavda, her bir başvuruda birbirimizin ezeli rakibi, okuldaki "baş düşmanı" olabilirdik.
Ben onun girmek istediği stajı elinden almıştım, o da çok istediğim asistanlığı elimden almıştı.
Birbirimizden nefret ediyor, ya da birbirimizin ayağını kaydırmaya çalışıyor değildik. Aynı hayallerin peşinden koşan iki ruhtuk sadece.
Tek problem; bu hayallerin hep tek kişilik olmasıydı.
O bursu sadece birimiz alabilirdik, o okula sadece birimiz gidebilirdik. O hayatı sadece birimiz yaşayabilirdik. Diğerimiz, "ikinci en iyi" ile yetinmek zorundaydı.
Aramızdaki adil fakat acımasız bu danışıklı dövüşte henüz bir kazanan yoktu. İkimiz de biliyorduk ki dönem sonunda mezun olurken bölüm birincisi kimse, dört yıldır devam eden bu yarışın da kazananı o olacaktı.
Fakat bu gece Özgür'le sessiz bir ateşkes ilan etmiştik.
Bu serin mart gecesi, benim aldatılışımın ve içinde bulunduğum acınası durumun şerefine, Özgür karşımda olmak yerine yanımda olmayı tercih etmişti.
Tek gecelik olduğunu bildiğim bu ateşkeste, dört yıllık sınıf arkadaşım olan Özgür'e güvenebileceğimi biliyordum.
Biliyor muydum? En azından güvenebileceğimi zannediyordum.