"Kaburgam acıyor," diye fısıldadı, gül kuyusu. "Kaburgamı çaldın benden."
Adam kızın yüzünü tam kaburgalarının üstüne bastı. "Burada, gül kuyusu," dedi ifadesiz bir sesle. "Burası senin sürgünün. Buradayken ne ölüme kavuşabilirsin, ne de kendini geri alabilirsin artık."
Kız, adamın kazağını kavradı, yüzünü kaburgalarının arasına gömdü ve kaşlarını çatarak başını iki yana salladı. "Ölüme kavuşturmayacaksın beni," diye fısıldadı. "Bana beni geri vermeyeceksin."
"Asla."
Kızın, göğsünün ortasında bir yarası vardı, o yaraya bir isim bile vermişti. Adam, o yarayı ondan çalmıştı. O yaranın adı, "çocukluğum"du.
Artık yeryüzüne yağan gül yapraklarının rengi, kan kırmızısıydı.
Zehirli kırmızı gül sarmaşıkları bağladı bizi,
Birbirimize zehirlendik.
O kâinat kadar eşsizdi,
Ben basit bir gül kuyusu.
Tutulmamız gerekiyordu,
Tutulduk.
Ben Gül'düm,
O, içine düştüğüm Kuyu,
Benim Kuyum.
Gül Kuyusu.
Siz: Sırf beraber çalıştığımız için bana böyle davranmanıza izin veremem, İlker Bey?
İlker bey: Davranışlarımın sebebi sadece beraber çalışmamız değil Başak hanım.
Siz: Peki ya ne?
Siz: Ne bu haddinizi aşmalarınız?
Siz: Sabrımı zorlamalarınız.
İlker bey: Aklımı sikip attığın için bunların cevapları bende de yok. Buna aşk diyorlar ama çok saçma.
İlker bey: Hiçbir insan, bir insanın iradesini bu kadar sikemez.