Onlar, kökleri asırlardır toprağa kök salmış törelerin zincirlerine bağlı; yitirilmiş hayallerin, yarım kalmış hikayelerin kahramanlarıydı. Kader, yollarını birbirine düğümlemişti, istekleri dışında bir savaşa sürükleyerek. Ellerinde ne silah vardı ne de söz hakkı. İki farklı dünyaya ait bu iki genç, acımasız bir geleneğin ortasında savruluyordu.
Bir yanda sevgi dolu, kırılgan kalbiyle yaşamın naif yanına tutunan Mihriba; diğer yanda, içindeki kin ve öfke ateşiyle gözünü karartan, adaletin keskin kılıcı Azad Mirza.
Mihriban ve Azad Mirza... İkisi de aynı kaderin farklı yollarına sürüklenmiş, zoraki bir evliliğe mahkûm edilmiş iki genç.
Mihriban, her ne kadar bu evliliği kabullenmese de, törelerin baskısı altında boyun eğmek zorunda kalır.
Azad ise, bu evliliği sadece bir anlaşma olarak görür; kalbinde Mihriban'a yer olmadığını, bunun asla gerçek bir evlilik olmayacağını düşünür.
Ancak zamanla, törelerin ve geçmişin açtığı yaraların arasında kendilerini bulmaya çalışırken, bir seçim yapmak zorunda kalacaklar: Ya törelerin zincirlerine teslim olacaklar ya da kendi yollarını çizecekler
Güvercinin kanatlarında saklı masumiyet, yırtıcı bir kartalın pençelerinde yanıp kül olurken, çölün sıcak rüzgarları bu iki yaralı ruhu birbirine yakınlaştıracak mı? Yoksa törelerin acımasız kelepçesi onları sonsuza dek ayrı düşmeye mi mahkum edecek?
Yarım kalmış umutların ve közlenmiş intikamın ortasında, bu iki kalp yan yana geldiğinde ateş mi harlanır, yoksa küllerle örtülmüş bir barış mı doğar?