Küçük yaşta annesinin kaybını yaşayan bir abi... o abi Şafak'ın yara bandıydı. Doğum gününüzde annenizin mezarını ziyaret etmek nedir, bilir misiniz? Daha doğrusu edememek...
Bu Şafak'ın yirmi üç yıllık hayatında her yıl yaptığıydı. Acılarının ruhuna işlemesine izin vermek zorunda kalmıştı, Şafak. Göğüs kafesinde annesinin kaybını, göremediği yüzünün emarelerini koca bir yükle taşıyordu; o acıları müzikle örtmüştü. Konservatuara duyduğu aşkla...
Şafak, annesinin ona bıraktığı hasarlarla yaşıyordu, geçmeyecek izlerle yaşıyordu, diyabetinden, lacivert gözleri ile. Kıvırcık saçlarından, yüzünde küçüklüğünden kalmış iki çil ile. Bir gün; o nefret ettiği diyabeti, aslında ona hayatında değişecek olan iki anıyı yaşatmıştı. Göğe ihtiyacı olan o adamı, göğe dilenen kadın iyileştirmişti.
Bu hayatta en acılı olanlar; aslında en sessiz olanlar değil miydi?
Göğe ihtiyaç duyan o adam, aynı zamanda gökte savaşıyordu. Sarılıp ağlayabildiği bir göktü; geçmişin hasarları sol göğüs kafesine saplıydı, geçemezdi, ama lacivert gözlü o kadın, göğe dilenen adamı iyileştirecekti. İkisi de neler yaşamış olurlarsa olsunlar, yaralarını saran bir şafak vaktiydi, ama aynı zamanda da yara açan da şafak vaktiydi. Önemli olan; sonuçtu derdi acı kahvelerin sahibi. Sonuçta üç yıllık bir aşk vardı.