Küçük yaşta annesinin kaybını yaşayan bir abi... o abi Şafak'ın yara bandıydı. Doğum gününüzde annenizin mezarını ziyaret etmek nedir, bilir misiniz? Daha doğrusu edememek...
Bu Şafak'ın yirmi üç yıllık hayatında her yıl yaptığıydı. Acılarının ruhuna işlemesine izin vermek zorunda kalmıştı, Şafak. Göğüs kafesinde annesinin kaybını, göremediği yüzünün emarelerini koca bir yükle taşıyordu; o acıları müzikle örtmüştü. Konservatuara duyduğu aşkla...
Şafak, annesinin ona bıraktığı hasarlarla yaşıyordu, geçmeyecek izlerle yaşıyordu, diyabetinden, lacivert gözleri ile. Kıvırcık saçlarından, yüzünde küçüklüğünden kalmış iki çil ile. Bir gün; o nefret ettiği diyabeti, aslında ona hayatında değişecek olan iki anıyı yaşatmıştı. Göğe ihtiyacı olan o adamı, göğe dilenen kadın iyileştirmişti.
Bu hayatta en acılı olanlar; aslında en sessiz olanlar değil miydi?
Göğe ihtiyaç duyan o adam, aynı zamanda gökte savaşıyordu. Sarılıp ağlayabildiği bir göktü; geçmişin hasarları sol göğüs kafesine saplıydı, geçemezdi, ama lacivert gözlü o kadın, göğe dilenen adamı iyileştirecekti. İkisi de neler yaşamış olurlarsa olsunlar, yaralarını saran bir şafak vaktiydi, ama aynı zamanda da yara açan da şafak vaktiydi. Önemli olan; sonuçtu derdi acı kahvelerin sahibi. Sonuçta üç yıllık bir aşk vardı.
İnsan nerede doğardı?...
Hastane...
Ev...
Nerede?
Ben bir depoda, tecavüz evinde...
Kaderim miydi doğduğum yer?
Küçük bedenim kime açılacaktı?...
Kimin ağırlığı altında ezilecekti küçük sıska bedenim?...
Ölümün daha ne olduğunu bilmeden ölüm kokacaktım, öldürecektim.
Ben,Umay.Başka bir şey değil.Bir soyadım yok, ailem yok.Çünkü; ailemin beni sırtına alması gerekirken ben onları üstüme alıp ağırlıkları altında ezildim...
Yaşamak, boş bir kavram benim için bir değeri yok.Onu çok özledim.Ama intikam almalıyım, can acıtmalıyım, canımı acıttıkları gibi.Ama asla benimki kadar acıtamıyacağım.
İntikam için bedel ödenir.Peki ben ne bedeli ödeyeceğim?...