Ailem bana bugün sürpriz doğum günü partisi düzenlemişlerdi. Babam elinde mumları yakılmış pastayla bana kocaman gülümseyerek şarkı söylüyordu.
"Doğum günün kutlu olsun! Doğum günün kutlu olsun!"
Annem de bu görüntüleri video kaydına alıyordu. Gözleri dolmuştu. Artık kızı kocaman olmuştu.
Bir süre sonra annem de şarkıya eşlik etti. İkisinin de kafasında doğum günü şapkası vardı ve kesinlikle tatlı görünüyorlardı.
Seri adımlarla babama taraf gidiyordum. Babam kocaman gülümseyerek bakıyordu bana.
"Hadi, Laura. Dilek tut, kızım,"
Dileğimi tutup mumları üfledim.
Annem gözünü silerek konuşmaya başladı.
"Doğum günün kutlu olsun, birtanem."
Anneme dolu gözlerimle gülümsedim. Duygusal ortamı bitirmek adına babam boşta kalan koluyla bana sarıldı. Kafamın üzerinden öperek yanağını kafama yasladı.
"İyi ki benim kızımsın. İyi ki benim canımsın. Seninle gurur duyuyoruz."
...
Gözlerimi rakı bardağından çekip rakıyı tek seferde kafama diktim. Sonra da yine kaçıncı bardak olduğunu sayamadığım rakıyı bardağa doldurdum.
Etrafıma baktığımda meyhanenin taş duvarları, birkaç ayyaş ve kendini kaybetmiş insanlar.
Kim bilir dertleri neydi bu insanların?
Kim bile bilir benim içimdeki savaşları?
Bazen soruyorum kendime: Kaç paraydı sevilmek?
Kaç paraydı aile?
Kaç paraydı mutluluk?
Ben herşeyi satın alabilecek biriyken bir bunları satın alamaz olmuştum. Bir bunlara sahip olamamıştım. Sevilmeyi, sevmeyi unutmuştum.
Ben çoktan içimdeki umutla bakan çocuğu, Laura'yı öldürmüştüm. Yerine Alev Karasoy inşa etmiştim.
Canileşmiş, nefretle dolmuştum.
Ben artık dünkü çocuk Laura Smith değildim.
Ben alevlerden doğulmuş Alev'tim. Ben Alev Karasoy'dum.
! Hikayede geçen isimler, yerler kurgusaldır. Kitapta rahatsız edici ve cinsel sahneler, argo kelimeler olabilir. Rahatsız olanların okumamasını tavsiye ederim.
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....