Yüz yıl önce başlamış olsa da hayatları, tıpkı bugünkü gibi yaşadılar acıları, sevinçleri, aşkları. Acılarla yoğrulmuş bir hayatları, ihanetle savaşları, hayata tutunmak için kaçışları, sımsıkı tutundukları bir aşkları, tarihi baştan yazacak umutları vardı onların.
Bu hikaye tamamen gerçek yaşanmış bir ömürden kurgulanmıştır. Geçtiğimiz yüzyılın başlarında, Kurtuluş Savaşında Bursa'nın küçük bir sahil kasabasında, tarihin gördüğü en onurlu mücadelelerden birini veren, destanlar yazdıran halktan birer örnektir kahramanlarımız.
Toz pembe masallarda değil toza toprağa bulanmış saf gerçeklikte yaşadı Hatice ile Osman. Ne Hatice kör edici güzelliğiyle peri padişahının kızı Billur Sultan'dı, ne de Osman kaf dağının ardında yaşayan yakışıklı prens. Onlar olsa olsa ölümlerle sınanmış, yoklukla harmanlanmış, vatanı yağmalanmış buğu gözlü hüzün perisiyle, cismi gibi ruhu da güzel adam.
Hadi yaslan şimdi arkana. Sözlerimi okurken çek şimdi içine derince soluğunu. Duydun mu naftalinin o kesif kokusunu?
Hafiften yaklaştı Yiğit. Bununla birlikte aynı anda geri gitti Dilruba. Yere bıraktığı bidona takılsa da Yiğit'e kalmadan toparladı kendini, azıcık utandı al al oldu yanağı.
Öksürdü, soracağı sorudan emin olmayarak şöyle bir etrafta gezdirdi gözlerini Yiğit. Ağaca, kurda, kuşa, yerdeki tırtıla, köşede şip şip su içerek keyifle kendilerini izleyen kediye baktı.
"Yavuklun var mı? Bi' sevdiğin?"
Ani bir şok geldi geçti Dilruba'nın mavi gözlerinden. Köşedeki kedi bile şok olmuş gibi su içmeyi bıraktı.
Bir tövbe çekti sessizce. 'Belli...' dedi kendi kendine. 'Bu az çapkın değil. Tipi de müsait az kız koşmuyordur bunun peşinden.'
Bir elini beline koydu, eğilip bidonunu aldı eline.
"Var!" dedi. Bilmem kaç bıçak saplandı Yiğit'in gönlüne. Ardından söylediği sözler bir bir söktü o bıçakları, yarasını sardı, üzerini bile öptü.
"Kocam var benim, bebem de karnımda! Yanımda seni görürse vurur topuğundan alimallah! Hadi var git yoluna."
Saçını savurur gibi başını salladı şöyle bir. İçinden 'Hıh!' demeyi de ihmal etmedi. Eli belinde ardını döndü, salına salına gitti tahta kapıya. Girmeden önce arkasını dönüp kontrol (!) etme amacıyla baktı sadece. Göz göze gelince çekemedi birazcık bakışlarını. Eli cebinde kendine bakıp gülümseyen adamda takılı kaldı gözleri.
O hafifçe başını eğip selam verince kendine geldi. Omzunu silkti nazlı nazlı. Ayaklarındaki çamuru otlara silip girdi tahta kapıdan içeri.
Ardında ise derince iç çeken Yiğit'i bıraktı şüphesiz. "Ah ulan!" dedi cebinden sigarasını çıkarırken. "Ah ulan Kızılca, yaktın beni!"
Kızılca'sının onu yaktığı gibi o da sigarasını yaktı. Akşama kadar ayrılmadı oradan, belki camdan başını uzatır diye.