Yüz yıl önce başlamış olsa da hayatları, tıpkı bugünkü gibi yaşadılar acıları, sevinçleri, aşkları. Acılarla yoğrulmuş bir hayatları, ihanetle savaşları, hayata tutunmak için kaçışları, sımsıkı tutundukları bir aşkları, tarihi baştan yazacak umutları vardı onların.
Bu hikaye tamamen gerçek yaşanmış bir ömürden kurgulanmıştır. Geçtiğimiz yüzyılın başlarında, Kurtuluş Savaşında Bursa'nın küçük bir sahil kasabasında, tarihin gördüğü en onurlu mücadelelerden birini veren, destanlar yazdıran halktan birer örnektir kahramanlarımız.
Toz pembe masallarda değil toza toprağa bulanmış saf gerçeklikte yaşadı Hatice ile Osman. Ne Hatice kör edici güzelliğiyle peri padişahının kızı Billur Sultan'dı, ne de Osman kaf dağının ardında yaşayan yakışıklı prens. Onlar olsa olsa ölümlerle sınanmış, yoklukla harmanlanmış, vatanı yağmalanmış buğu gözlü hüzün perisiyle, cismi gibi ruhu da güzel adam.
Hadi yaslan şimdi arkana. Sözlerimi okurken çek şimdi içine derince soluğunu. Duydun mu naftalinin o kesif kokusunu?
Üniversite öğrencisi Eylem; bol bol gezmeyi, kahkahalarla gülmeyi ve kelebekleri fazlasıyla severken, kitaplardan, yalnızlıktan ve ciddi olan her konudan nefret ederdi. Tarih bölümü öğrencisi olan erkek arkadaşının ısrarıyla bir 17.yüzyıl hükümdarının hayatını konu alan kitabı okumasıyla bazı şeylerin farkına varır. Kitabın baş kahramanı Artun Emir Han'ın kendisiyle birçok ortak noktası olduğunu gören Eylem henüz içindeki tuhaf hisleri bile isimlendiremeden geçirdiği ufak bir kazada bayılır. Uyandığındaysa kendini 1682 yılında bulur. İlk başta olayı anlayamasa da sonradan döneminin en önemli hükümdarı Artun Emir Han ve onun can yoldaşı Eray Paşa'nın hayatını koruyabilecek tek kişi olduğunu fark eder. Kendisine çok uzak olan bu yeni ortamda henüz nasıl hayatta kalacağını bile bilmezken birçok düşmana sahip bu genç hükümdarı nasıl kurtaracağıysa tam bir muammadır. Üstelik bunu yaparken hiç bilmediği tarihi akışa da müdahale etmemesi gerekmektedir tabii dünyayı bir paradoksla yok etmek istemiyorsa!