Ayağımı sıcak yorganın altına çekip başımı yastığa gömdüm. Yorgunluk tüm bedenimi ele geçirmişti. Gözlerim kapandı, düşüncelerim ağır bir sis perdesine dönüşüyordu. Uykuya teslim olduğum o anda, derin bir huzur hissettim.
Sonra... bir koku. Tanıdık, tarifsiz, özlem dolu. Öylesine gerçekti ki, rüyada olup olmadığımı anlamakta zorlandım. Hafifçe kıpırdandım, uykunun ağırlığı altında ezilerek. "Eymen," diye fısıldadım istemsizce. Kalbim sanki rüyanın içinde bile hızla çarpıyordu.
Bir el saçlarımın arasında dolaştı. Sıcak, yumuşak bir dokunuş. Çok uzun zamandır hissetmediğim bir şeydi bu. O kadar gerçekti ki, içimdeki tüm kırgınlıkla birlikte bir ağırlık çöktü üzerime. Ama uyanamıyordum. Uyku her şeyin önüne geçmişti, beni tutsak etmişti.
Sonra, o sesi duydum. Alçak, sızlayan bir fısıltıydı:
"Neden nefret ediyormuş gibi baktın, Allı turnam?"
Sözler adeta ruhumu delip geçti. Bir an kalbimdeki o eski yarayı hissettim. Kaşlarım istemsizce çatıldı, içimde bir şeyler kırılıyordu, dökülüyordu. Gözlerimi açmaya çalıştım ama bedenim hâlâ uykunun pençesindeydi.
Bir kapı sesi duyuldu. Sert ama yankılanmayan bir ses. O an içimdeki tüm huzur yerini bir boşluğa bıraktı. "Eymen," diye fısıldadım bir kez daha, bu kez uyanarak. Gözlerimi açtım, odanın loş ışığında kapıda biri duruyordu.