"ya her sey bir hayal ise?"
-
Bazen düşünüyordum da büyüyünce bu zamanları özleyecektim, hatta bu anılarda onlarla beraber anıları dinlemediğim için pişman olacaktım. Fakat bu konuda hiçbir şey yapamazdım. Ben sessizliği seviyordum, kendi kendime kalmayı. Ve ben konuşmayı seviyordum, kendi kafamda kendi yarattığım varlıklarla konuşmayı. Sosyal birisi olmama rağmen bu yüzden hep yalnız kalacaktım. Ölsem cenazeme kimse gelmezdi. Çünkü herkes beni sözde tanıyordu.
Ölüm. Ne kadar normal bir olay değil mi? Hayatın alışagelmiş döngüsünün tamamlandığı o evre. Bu kadar basit olmaması gerekir bence. Çok değer verdiğimiz birini kaybettiğimiz zaman içimizde bir hiçlik oluşur. Evrende bulunan bütün insanlar hayatımıza girse bile o hiçlik asla tamamlanmaz. Hayatta bir sürü kayıp şekli vardı. Yalnızlık bile bir kayıptı. Yalnız insan, hayattan kendini o kadar soyutlar ki bedenen toplumda bir kayıp olurdu. En sonunda böyle olmaktan korksam da sonum tahmin edilebiliyordu. Ben korkuyordum. İnsanlardan, ölümden, kayıplardan, sevgiden en çok da içimde bulunan hiçliğin asla dolmamasından.
"Bir kez soracağım net ve kısa cevaplar istiyorum" dedi, kafamı sallamaya çalıştım. Yatakta sırt üstü uzanıyordum kalbim deli gibi çarpıyor ve odadaki sessizliği bastırıp ikimizin de kulağında çınlıyordu. Üstümde durmuş elini sıkıca dudağıma bastırıyordu. Kim mi?
Bilmiyorum.
"Birincisi evime nasıl girdin? İkincisi yatağımda napiyorsun? Üçüncüsü ve en önemlisi sen kimsin?"