O gün, güneş tutulması gerçekleştiğinde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını kimse bilemezdi. Ay, sevdiği Güneş'e kavuşacağı anı beklerken, ilk defa gözyaşlarını dökecekti. Gözyaşları, dünyayı değiştirecek bir mucizeyi müjdeliyordu.
Aura, kardeşi Zara'yla beraber izleyeceğine söz verdiği Güneş Tutulmasını izlemek için yazlığa doğru yol almıştı. Oraya gittiğinde yalnızdı. Ensesinde şiddetli bir acı hissettiğinde yere yığıldı. Bilinci yavaş yavaş kapanırken Güneş'in kararmasına tanıklık etti. Karanlıkta, gökyüzündeki Ay'ın hüzünle dökülen gözyaşları, her biri birer yıldız gibi düşerken, bir damla bu gözyaşlarından Aura'nın avuçlarına aktı. O an, her şey değişti. Bir ışık süzmesi onu yutarken, acılar içinde kayboldu.
Gözlerini açtığında kendini, acıların ve kanın yoğurduğu Irus'ta bulmuştu. Klanların ve yaratıkların hâkim olduğu bu dünyada, her şey bir savaşın, aşkın ve ihanetin parçasıydı. Fakat Aura'nın içinde taşıdığı, kayıp bir klanın, yeni bir gücün başlangıcıydı.
Burada, kaderini şekillendirecek olan sadece kendisi değildi. Irus'un acılarına hükmeden bir tek kişi daha vardı: güneş. Çünkü, bu dünyadan çıkabilmesi için Güneş'in de gözyaşlarını dökmesi gerekiyordu.
Aura, Irus'ta kaybolan bir geçmişin, silinen bir halkın ve kendi kimliğinin peşinden giderken, çok geçmeden bu dünyanın sırlarının, kendi geçmişinden daha karanlık olduğunu keşfedecekti. Kendini aşk, ihanet gibi duygular içinde bulan Aura, Irus'ta adaleti sağlamaya yemin etmişti. Peki bu macerdada Güneş'in de gözyaşlarını dökmesine sebep olabilecek miydi?
⏳️Eczacı Hâle, aylar süren baş ağrısı için tomografi çektirir.
⏳️Ama o tomografi cihazı değil zaman makinesidir.
⏳️Gözlerini açtığında kendisini Osmanlı sarayında şifacı olarak bulur.