Geceyi gündüze tercih eden bir kadındı o. Gözleri karanlıkla kardeşti; ne gündüzün yalancı aydınlığı, ne de insanların sahte tebessümleri onun kalbine dokunabilirdi. Kalabalıklar içinde bir tahtı vardı, ama o yalnızlığını en değerli mücevheri gibi taşıyordu.
Bir gün, yıllardır kimsenin adım atmadığı bir saray bahçesinde bir şey buldu: tek bir siyah gül. Ne solmuştu ne de yeni açmış... Tıpkı onun gibi, zamanı reddediyordu. Dikenleri vardı ama kanatmazdı onu; çünkü İmparatoriçe zaten çoktan kanamayı öğrenmişti, sessizce.
Siyah güle dokunduğunda, kendi kalbini tutar gibi hissetti. Soğuk ama yaşayan, kırılgan ama dirençli... O gül, onun sırdaşı oldu. Her gece onunla konuştu, geçmişini anlattı, ihanetleri, hayal kırıklıklarını... Gül dinledi. Hiç konuşmadı ama hep anladı. O gül, dünyadaki tek sadık sevgiliydi.
İnsanlar sordu: "Neden bir siyah güle âşıksın?"
İmparatoriçe gülümsedi:
"Çünkü o da benim gibi... Güzelliği gölgelerde saklı, kıymeti yalnız olanın gözünde."
Bu bir aşk değil, bir yemin. Siyah güle âşık olan kadın, aslında kendi karanlığına sahip çıkmış bir kadındı. Kendine... geçmişine... ve en önemlisi, kendi seçtiği yalnızlığa âşıktı.
Kurgu bana aittir.
Violet bir tır çarpıp öldükten sonra kendini en sevdiği romanda, en sevdiği karakter olan kötü kadın Qi'nin bedeninde bulur. O bundan sonra kötü kadın Qi'dir