Aynanın tam karşısına geldiyimde şok geçirmişdim. Zira bu ben değildim. Ben bu kadar güzel bir kız değildim. Ama aynanın yansımasında gördüyüm kız şu zamana kadar gördüyüm en güzel kız ola bilirdi...
Simsiyah beline kadar uzanan dalgalı gür saçları, pamuk gibi beyaz parlak ve pürüsüz teni, tıpkı saçlarının rengi gibi kara iri şekilli gözleri, kara kaşı ve uzun kıvrımlı kirpikleri ve dolgun kırmızı dudakları...
İnsanın yüzünü baktıkca bakası geliyordu bu kızın. Bundan ziyade uzun, ince kıvrımlı bir bedeni vardı.
Sanki bir kalemden çıkmışdı bu kız. Bakanın bir daha bakmak isteyeceyi bir sanat eseriydi.
Kimdi acaba bu kız? Eyer bir erkek olsaydım çoktan aşık olmuşdum bu kıza.
Lakin fark etdiyim şeyle yeniden dona kaldım.
Ben şu an bir aynanın karşısına duruyordum. Ben bu kız kadar güzel deyildim ki? Yahu ben hiç güzel deyildim! O halde bu yansımadaki kız kimdi? Benim yansımamın yerine ki keçmişdi?
Ben bu düşüncelerle boğuşurken yansımadaki kızın konuşması ile düşüncelerimden ayrılma zorunda kaldım.
"Zamanı geldiyinde ait olduğun yerde olacaksın."
"Anlamadım, nasıl yani?"
"Anlayacaksın."
Kız bunu dedikden sonra her taraf silikleşmeye başladı. Etraf durmadan dönüyordu sanki.
Nefessiz kalmaya başlıyordum. Elimi boğazıma götürürek derin nefesler almaya başladım lakin olmuyordu.
Dayanamayıp yere çökdüm ve o an her şey yıkılmaya başladı...
"Üsteğmen... Evlensen ya benle."
Dört kelime.
İki hayatı bilinmez bir oyuna sürükleyen dört kelime.
Peri'nin sığınacak bir liman ararken tutunduğu tek adam.
Ve Mahir'in aklını susturup kalbini dinlemek zorunda kaldığı tek kadın.