İstanbul'un tarihi Balat sokaklarında küllenen gizemli yangınlar, yılların tecrübesiyle yıpranmış ama içindeki merak ateşini henüz söndürememiş araştırmacı gazeteci M. Kerem Ural'ı, sıradan bir haber dosyasının çok ötesinde, akıl almaz bir gerçeğin eşiğine sürükler. Son yangın kurbanının avucunda bulunan, ateşin bile eritemediği, üzerinde kadim ve tekinsiz şekiller barındıran esrarengiz bir mühür, Kerem için sadece bir ipucu değil, aynı zamanda modern dünyanın parlak ışıkları ardına gizlenmiş karanlık bir labirentin de kapısıdır.
Araştırması derinleştikçe, bu mührün basit bir metal parçasından çok daha fazlası olduğunu anlar. İzler onu, İstanbul'un unutulmuş efsanelerine, Türk mitolojisinin en karanlık köşelerine, yeraltı dünyasının efendisi Erlik Han'ın gölgelerine ve onun "uyuyan hizmetkarlarına" kadar götürür. Karşısına çıkan her yeni bilgi, her esrarengiz tanık Kerem'i bu kadim kötülüğün tam merkezine doğru çeker.
Artık sadece bir gazetecilik merakının değil, aynı zamanda kendi hayatını ve belki de şehrin kaderini tehdit eden bir mücadelenin içinde bulan Kerem, attığı her adımla hem gerçeğe yaklaşır hem de o tekinsiz dünyanın daha da dikkatini çeker. O, artık sadece sırların peşindeki bir avcı değil, aynı zamanda farkında olmadan kadim bir avın da hedefi haline gelmiştir.
İstanbul'un binlerce yıllık sırları modern zamanlarda yeniden uyanırken, Kerem bu karanlık mirasın ve "uyuyanların" gazabından kurtulup, gerçeği gün ışığına çıkarabilecek midir? Yoksa şehrin tekinsiz fısıltıları arasında kaybolup gidenlerden biri mi olacaktır?
"Bana ocüymüş gibi bakmayı kes. İnsanım." Derin bir nefes aldıktan sonra dolunaya baktım. Bu gece beni aydınlatmak ona düşmüştü. "Ayrıca göbeğin sana pek yardımcı olmuyor. O ağaç senden birkaç beden daha küçük." Beklediğim gibi birkaç homurtu duyduğumda ağacın arkasına saklanan genç çocuk kendini açık etti. Titreyen bedenini gördüğümde sıkkın bir nefes bıraktım.
"Şu gözlerini çek üzerimden velet."dişlerimi sıkarak söylediklerim onu daha da korkutmuş gibi titremesi arttığında kendimden bir kez daha ya. Üzerimde üniformam ile birçok çocuğun hayalini süslerken başka bir çocuğu benliğimle korkutuyordum.
"Korkacak bir şey yok. Bir tanıdık." Kaşlarımla arkamdaki mezarı işaret ettiğimde çocuk kalkan kaşları ile bana sanki bir hayaletmişim gibi bakmaya devam etti. "Ne var ulan?! Babamızın mezarına ziyarete geldik işte! Niye red?"diye sordu. Sanki çok normal bir şeymiş gibi sakince omuzlarımı silktim. "Senin mezarını mı kazmalıydım?"
"Hayır tabiki de!"diye cırladığında diğer eliyle hızlıca ağzına kapattı. "Abla Allah'ını kitabını seversen senin akşam akşam başka işin yok muydu ya?!"
"Niye lan? Bu akşam müsait değil miydi?"