Hua Dağı'nın zirvesinde gece, karanlık ve sessizlik hüküm sürüyordu. Sadece rüzgârın hışırtısı ve uzaklardan gelen hafif bir kurt uluması duyuluyordu.
Bir adam ağır adımlarla yola çıktı, yüzü karanlıkta gizlenmişti, ama gözleri yıldızlar gibi parlıyordu. Uzun yıllar sonra geldiği Hua Dağı'nda, içinde yanan ateş artık sadece savaşın değil, kaybedilen bir dostluğun da umudu olmuştu.
Tam o anda, karşısında başka bir siluet belirdi. İkisi de birbirini hemen tanıyamadı; kılıçları çekildi, nefesler kesildi. Ancak o tanıdık bakışta, yılların sildiği hiçbir şeyin olmadığını anladılar.
Bu gece, Hua Dağı'nda sadece karanlığın değil, yitik duyguların da aydınlanacağı geceydi.