Büyük köprülerin metal iskeletleri, rüzgârın uğultusuyla inlerken, eski bir binanın çatısında yalnız bir kadın duruyordu.
Ay ışığına rağmen gözleri karanlıkta parlıyordu; içinde derin, tanımlanamaz bir boşluk vardı.
Saçları rüzgârda bir bayrak gibi savruluyordu. Elleriyse titriyordu.
Ama sanki bu titremeyle bile istemeyerek savaşıyordu; ellerini sıkmaktan tırnakları avuç içini kanatmış, parmak boğumları beyazlamıştı.
Geçmişinden çok uzakta, geleceğin acımasız dünyasında, hayatının sonlanmasını arzuluyordu.
Zaten en başından beri ölümü arzulatan bir silah istememiş miydi?
Peki şimdi, bu bağnazlık nereden doğmuştu?
Kader, karanlık gölgelerini ondan hiç eksik etmemiş,
gölgelerin fısıltılı vesveselerine mahkûm etmişti.
Peki gerçekten her şey onun sandığı gibi miydi?
Zaman geçmiş, herkes unutmuş muydu?
Karanlık göğe karşı dimdik duran bedeni, geçmişten kalan görünmez bir acının gölgesini taşıyordu.
İnsan bedeni acılara zamanla alışırdı belki,
ama onun ruhundaki sızılar zamanla değil, susarak büyümüştü.
Hissetmeyerek olgunlaşmış, hissederken ölmüştü.
Zihnindeki gölgeler ilk kez sustuğunda,
geçmişin ve geleceğin kesiştiği o ince çizgide bir kapı aralandı.
Zümra ve Baran'ın hikâyesi;
ne kadar karanlık, ne kadar gizemli olursa olsun,
şimdiye kadar anlatılmış en büyük yemin ve ihanetti.
Şimdi ise zaman geri sarıyor.
Gölgeler içinde doğan, kaderin kırılgan iplikleriyle örülmüş bir hikâyeye...
Annesinden kalan o günlüğü, hiç açamadan yitirmişti.
İçinde ne yazıyordu, hangi cümlelerde saklıydı annesinin sesi, artık asla bilemeyecekti.
Ama bir kelime...
Yalnızca o tek kelime zihnine kazınmıştı,
𝐿𝒶𝓂𝑒𝓃𝓉𝒶..
Türk Mafya Lideri Harun Cihan Aktan ile,
Türkiye Cumhuriyeti Savcısı Firuze Aldinç...
Bir aile meselesi ile yolları kesişen bu iki insanın hikayesi,
CİHAN MAVİSİ.