
Derin, sessiz ve zamanın unuttuğu bir bataklığın içinde, yaşamın en zor sınavlarından birini veren bir çiçek vardı: Nilüfer. Bataklığın karanlık ve çamurlu sularında kök salan bu çiçek, etrafındaki zorluklara rağmen asla solmadı, asla vazgeçmedi. Nilüferin hayatı, başkalarının görmediği, dokunamadığı, anlamaktan çekindiği bir dünyada geçerdi. Su yüzeyinin altında saklı kalan kökleri, çamurun içine derinlemesine tutunmuştu. Ne rüzgar ne fırtına, ne karanlık gece onu yolundan alıkoyabilirdi. Çünkü onun gücü, köklerinin derinliğinde saklıydı. Her sabah güneş doğduğunda, Nilüfer yavaş yavaş suyun yüzeyine doğru yükselir, gölün sakinliğinde nazikçe açardı. O an, o incecik yapraklarıyla suyun üstünde süzülürken, bataklığın içinde gizlenmiş olan umut ve direncin simgesi olurdu. Güzelliği, ona bakanların yüreğine huzur verir, ona dokunanların ruhunu beslerdi. Nilüfer çiçeği, bataklığın kirini tutmaz, saf kalır; tıpkı temiz bir kalbin zorluklara rağmen bozulmaması gibi. Karanlıkta kök salan ama ışığa ulaşmak için her gün yeniden doğanların sembolüydü... Bellikide yıllar önce annesi ona bu yüzden Nilüfer ismini bahsetmiştir. Nilüfer çiçeği gibi savaşçı olması için. Nilüfer tüm zorluklara karşı gelmiş kendi ayakları üzerinde duran güçlü bir kadın olmuştu. Tıpkı annesinin hayallerindeki gibi.All Rights Reserved
1 part