"İnsanlar imkansız aşkları için birbirlerine Siyah Gül verirlermiş..."
.
.
.
.
.
.
.
Yüzümü gökyüzüne çevirmiştim, yağan yağmur yüzüme çarptı, hepsi yaşayamadığım çocukluğumun sessiz gözyaşlarıydı, ağlayışlarıydı. Küçük Rüya ellerini gökyüzüne çevirmişti, bulutlara el sallamıştı, yağmuru adeta selamlamıştı. Şimdi ise büyüyen Küçük Rüya eline bir palet almış yüzüne düşen yağmur damlalarının her ritmini o tuvale kazıyordu, unutmak istemeyerek, aklına kazıyarak.
Tuvalin üzerindeki renkler hayatımın gidişatına yön veriyordu, yaptığım resim hayatımın gidişatına yön veriyordu, ben ona inanıyordum.
Ellerimi bir kez daha gökyüzüne açıp el salladım, yağmur tuvaldeki renklerin her birisinin akmasını sağladı. Yeni renklenmiş tuval, artık tüm renklerin karışımı olmuştu, karışmıştı.
İhanetin izlerine karışmıştı.
Yağmur tuvaldeki ihanetin izlerini yok etmek istercesine daha hızlı yağmaya başladı, renkler aktı, masanın üzerindeki renklerin içine sular karıştı, kendi renkleri kayboldu.
Hava karardı, şimşekler çaktı, yıldırımlar düştü.
Gökyüzünün masumluğu tuvalin akan renklerine karıştı.
Ve hayat o zaman renksizleşti, paletin içindeki renkler gibi yaşamın rengi de solgunlaştı.
Gözler aç gözlülük ile karardı, insanlar hep elinde daha fazlasını istediler.
Şimşekler çaktı, yağmur doluya dönüştü. Tuvalin üstündeki renkler tamamen aktı, geriye gri bir izden başka hiçbir şey bırakmadı.
O iz ihanetti.
"Üsteğmen... Evlensen ya benle."
Dört kelime.
İki hayatı bilinmez bir oyuna sürükleyen dört kelime.
Peri'nin sığınacak bir liman ararken tutunduğu tek adam.
Ve Mahir'in aklını susturup kalbini dinlemek zorunda kaldığı tek kadın.