"Yoruldum artık Buğra! Okyanusunda boğulmaktan, kuyuna saplanıp kalmaktan yoruldum! Gelmeyeceğini bildiğim halde hapsettiğin karanlığından senin çıkarmanı beklemekten, senin yerine kalbime çarpan dalgalarının getireceği ölüme kadar sabretmekten yoruldum! Anlıyor musun? Yoruldum.." Sabit bakışlarından tek bir duygu emaresi geçmediğinde kalbimin yandığını hissettim. İçine sığdırdığım koca okyanus, yanmaktan bile yorulup kora dönüşen benliğimi söndürmeye yanaşmamıştı. Asıl alevi ateşleyen de bu değil miydi? Görmezden gelinmek. Göz göre göre yanarken görmezden gelinmek. "Ne bekliyorsam? Anlamıyorsun tabi ki.. Senin hiç bu kadar yakınındayken sana koşmayan mavilerin olmadı.." Başımı ümitsizce eğdim, ona kızdığım her gün için kendime tekrar sitem ettim. Her şeyi kendi içimde büyüten ben, bugün, ona karşı olanın yersiz olduğunu düşünerek kalbime duyduğum öfkeyi de büyüttüm. Ne var ki maviliklerini yüreğime saklamaya devam ettiğim sürece, kırgınlığım da kızgınlığımda hırçın dalgalarına karışıp kaybolmaya devam edecekti.
Bazı hikayeler sessizlikle başlar, görünmezliğin acısıyla kanardı. Ve bir çift göz, görmemeyi seçtiğinde, en çok kalp yanardı. Görmediğindendi belki de, denizin söndürmek yerine yakmayı seçmesi.