Bu bir kurgudur. Gerçek olaylarla alakası yoktur.
*
Viski, boğazından geçerken yanmadı. Aksine, içini bir buz gibi soğuttu. Bardağı rasgele, hiçbir anlamı olmayan bir masaya bırkatı -orada oturanları tanımıyordu, umursamıyordu da. Ama tam uzaklaşacakken, gözleri bir şeye takıldı. Bir yansıma. Gümüş bir vazonun kıvrımlarında, salonun köşesinde saklanan silüet. Hareketsiz. Ama varlığı, havayı bıçak gibi kesiyordu. Hypatia'nın içinden bir şey geçti. Bir elektirik. Bir kehanet.
Burada biri var.
Gözleri hızla taradı salonu. Koridorun ucunda nöbetçi gibi duran adam. Tavana asılı süslerin ardındaki hareketlenme. Kraliçe'nin olduğu alanın giderek boşalması.
Hayır. Hayır. Bu burada kalmayacak.
Beynindeki düşünce, iç güdüye dönüşmeden önce, vücudu harekete geçmişti bile. Yanındaki masanın üzerine çıktı -ayakları şamdanları devirdi, tabaklar çınladı. Bir dönme hareketiyle bütün bakışları kendine topladı. Sarhoş gibi, umarsız gibi. Ama gözleri, odadaki en ayık bakıştı. Bir daha döndü - bu kez ayak bileği harekete geçti. Çoraplarının içine gizlenmiş hançer, kemerinden kurtulmustu bile. İnce, kıvrımlı, ölüm kadar sessiz. Dönüşün tam sonunda, hançer, doğruca o pusudaki kolu buldu. Ete kemiğe saplandı. Bir çığlık yükseldi - ama Kraliçe'den değil. Suikastçıdan. Salon döndü. Zaman durmadı ama tökezledi. Bütün gözler, şimdi gerçekten ona döndü. Ayakta, masanın üstünde, bir kadının bedeninden ateş gibi yükselen kudret: Hypatia.