Selanik, 1897.
"Haziran... Henüz seni kucağıma almadım. Ama seni her sabah yoklamayı, akşamları sana dua etmeyi çoktan öğrendim."
1897 Selanik'inde, taş duvarlı bir evin penceresinden dışarıyı izleyen bir kadın...
Liora.
Hayatın kıyısında, varlığı henüz doğmamış bir kıza yazdığı mektuplarda yaşar.
Adını koymuştur bile: Haziran.
Karnındaki sessiz kıpırtılardan bir gelecek kurar, duvarlara fısıldar gibi yazar; yazdıkça büyür Haziran.
Yalnızca rahmindeki bir beden değil, hayalindeki bir ses, özlemiyle şekillenen bir yüz olur.
Bu mektuplar, bir kadının doğmamış kızına anlattığı dünyanın güncesidir.
Bir doğumun bekleyişinde yazılan, ama her satırı anneliğin karmaşasıyla, geçmişin hayaletiyle, bastırılmış bir öfkeyle dolu...
Kimi zaman umutla, kimi zaman korkuyla dolu kelimeler...
Ve en çok da susan kadınların gür sesi...
Geçmiş hayatınızı yaşama şansınız olsaydı ne yapardınız?
On yıllık ilişkisi büyük bir ihanet ile son bulduğunda Eda artık bir gerçeği kabul etmek zorunda kalmıştı.
Gerçek aşk diye bir şey yoktu.
Varsa da onu bulmak gibi bir niyeti olmamıştı.
Arkadaşının zoruyla sonunda evden çıktığında aklına en son gelen şey bir falcının karşısına oturmaktı. Egzotik giyimli kadının karşısına oturduğunda ise söylediklerini dinlemekten başka çaresi yoktu.
Falcı ona aşkı bulması için geçmişte yaptığı bir hatayı düzeltmesi gerektiğini söylediğinde parasını boşa harcadığını düşünmekten kendini alamamıştı.
Fakat eve dönerken geçirdiği kaza sonucu gözlerini İngiltere'de 1823 yılında açtığında kendini önceki yaşamı olan Helena Anne Mercer olarak buldu. Şimdi tek yapması gereken yapılacak hatalı seçimi bulmak ve bunu engelleyebilmekti.
Ama hiçbir hata bu kadar cezbedici olmamıştı.