112 gündür işsizdim ve bu işsizlik zannımca normal bir şey değildi, kronik bir ağrı gibi yakama yapışıyor ve en son ihtiyacım olan zamanlarda beni dibe çekiyordu. Öyle çok canımı sıkıyordu ki, Derya'nın bir gün benim için 112'yi aramaya ihtiyacı bile olabilirdi.
Odamda dört dönerken masama yaklaşıp yine eskiz defterimin üstüne yatan ve siyah tüyleriyle kurşun izlerini kağıdın her yerine yayan Zenne'yi sabırsızca dürttüm. Zenne'nin paşa keyfi yerindeyse sizi kukusuna takmazdı zaten, beyefendi sapsarı gözlerini aralamaya zahmet etti ama olduğu yerde de kalıverdi. Onunla uğraşırken "Eğer bu sefer de başarısız olursam ne olur?" kaygısı içindeydim.
Şu zamana kadarki iş görüşmelerimi gözlerimin önüne getirdim, başarısız görüşmelerimi. Hepsinde de aynı soruyu illa bir kere soruyorlardı, sanki yaptığım işin kalitesini belirliyormuş gibi.
Hepsinden çıkarken nasıl bana gülümseyerek veya tiksintiyle bakıp "Size haber vereceğiz." dediklerini hatırladım. Eskiden kimin gülümsediğini, kimin ağzını yamulttuğunu kafaya takardım ama neredeyse 4 ay çulsuz ve işsiz kalınca sonuç aynı olduğu sürece kimin nasıl davrandığını umursamamaya başlıyordum.
Belki de artık ısrarla aynı gömlek ve kravatı giymeyi bırakmalıydım. Belki de bana her seferinde gözlerinde bir çelişki ve şaşkınlıkla "Hanımefendi?" veya "Hanım?" diye hitap eden potansiyel işverenlerimi asla düzeltmemeli ve karşılarında sanki bu uğurda çok şey vermemişim gibi geniş bir gülümseme takınmalıydım.