"Emily..."
Hemen geri döndüm, gözlerimi ona dikmiş bir halde. "Ne var?" dedim, sesimde merak ve azıcık öfke vardı.
"Dünyanın efendisi olduğumu söyler misin?" dedi, hafifçe sırıtışla. "Akşamdan önce egom tatmin edilsin."
Gözlerim ona kilitlendi, biraz öfke, biraz hayret... Ve elimle yerde bir taş buldum, fırlatacak gibi hazırlandım. Ama o, gülerek adımlarını attı ve uzaklaştı. Taş elimde kaldı, ama yüzündeki o sırıtmaya bakarken bir an bile öfkem kalmadı; yerine tuhaf bir hayranlık ve içten bir gülümseme geçti.
İşte Tom Riddle... yine her şeyi kontrol ediyordu, ve ben buna rağmen hâlâ onun yanında, onun dünyasında bir adım atıyordum. Adımlarımı yavaşlatıp gözüme sızan güneş ışığını araladım; onun arkasından yürürken, içimde garip bir sıcaklık yükseldi. Hem öfke hem hayranlık, hem korku hem de bir merak... Hepsi birbirine karışmış, sadece onun yanındayken hissedebileceğim bir karmaşa.