
Hava kasvetli, yağmur yeni dinmişti. Toprak, suyla birleşmiş, her yer çamurdu. Gözlerim, babamın gömüldüğü mezara dikilmişti; başım dik, ama içim parçalanıyordu. Artık biliyordum... Babam ölmemiş, öldürülmüştü. Etraf kalabalıktı, herkes saygıyla ceketlerini iliklemişti. Cumhurbaşkanı, yani babamın katili, oradaydı; şu an önünde saygıyla bekledikleri adam babamın katiliydi ve hiçbir şeyeden habersiz ona saygıda kusur etmiyorlardı ve ben, gerçeğin ağırlığı altında dimdik durmaya çalışıyordum. Babamın üzerine attıkları sonra toprak yerini bulduğunda sağ gözümden damalayan yaş ile adım sesleri işittim geliyordu sakin bir şekilde yutkunup sabır dileyerek bekledim, babamın katili oydu ve dişlerimi ağlamamak için sıktım, "Başın sağ olsun." Babamın katili konuşmuştu. O sesi duyduğum an, içimde tuttuğum tüm nefes kesildi. Gözlerim istemsizce doldu. Ama bu bir yas için inen gözyaşı değildi... bu, öfkenin ta kendisiydi. Nasıl... nasıl bu kadar iğrenç biri olabilirdi? Öldürdüğü adamın kızına başsağlığı dileyecek kadar sahte, herkesin önünde suçsuz gibi duracak kadar soğukkanlı... İçimden bağırmak istedim. "Sen! Sen öldürdün onu!" Ama yapamazdım... henüz değil. Bu savaş sabır isterdi babam bunu isterdi.... Sert bir şekilde yutkundum. Tüm boğazıma düğümlenen acıyı, öfkeyi, ihaneti... içime bastırarak. Başım dikti. Ve gözlerimi onun gözlerine kitledim. İlk kez... Gerçek anlamda baktım o gözlere. Soğuk. Karanlık. İçinde tek bir pişmanlık kırıntısı bile olmayan o gözlere. Onun için yalnızca bir "başsağlığı" sahnesiydi bu. Ama benden yayılan bakış... Suskun bir savaş ilanıydı. "Sizlere, Dostlar sağ olsun..." dedim yalnızca. Çünkü bazen kelimeler zayıflıktır. Ve ben, artık babamın suskun mirasıydım... Hikaye tamamen şahsıma aittir kopyalanması halinde gerek bütün yaptırımlarAll Rights Reserved
1 part