Detroit Polis Merkezi, gece yarısına yaklaşırken sessizliğe gömülmüştü. Dışarıda yağmur ince ince yağıyor, neon ışıklar ıslak asfaltın üzerinde titrek yansımalar bırakıyordu. İçeride, Hank Anderson eski kahvesinden bir yudum aldı. Kupasının kenarına parmağını sürterek düşüncelerini bastırmaya çalışıyordu.
Connor, pencere kenarında ayakta duruyordu. Gözleri dışarıyı tarıyor... Ama asıl dikkatini çeken, Hank'ın sessizliğiydi.
"Bir süredir... Farklısınız" dedi Connor, sesi düz ama dikkatli. "Kalp ritminiz değişti. Gözleriniz daha uzun süre sabit kalıyor. Duygusal bir tetikleyici olabilir."
Hank başını kaldırdı, gözleri Connor'a döndü. Birkaç saniye sustu... Sonra derin bir iç çekti.
"Connor... Benim bir kızım vardı."
Connor başını hafifçe eğdi. "Kayıtlarınızda çocuk bilgisi eksik."
"Çünkü ben sildirdim" dedi Hank, sesi çatallı. "Emma. Sarı saçlıydı. Yeşil gözlü. On yaşındayken... Son kez gördüm onu."
Connor sessiz kaldı. Hank devam etti.
"Annesiyle ayrıldık. Ben... İyi bir baba değildim. İçtim. Bağırdım. Sonra... Sustum. Emma'yı korumak için değil, kendimden uzak tutmak için gittim."
Connor'un bakışları pencereye kaydı. Dışarıda, sokak lambasının altında yağmurun içinde hareketsiz duran bir figür belirdi. Sarı saçlı. İnce yapılı. Gözleri yeşil gibi parlıyordu. Connor bir adım yaklaştı, gözleri sabitlendi.
"Emma..." Dedi fısıltıyla. Ama Hank duymadı.
Connor sessizce kapıya yöneldi. Hank hâlâ geçmişin içinde kaybolmuştu. Kapıyı açtı, dışarı çıktı. Yağmur omuzlarına vuruyordu ama hissetmiyordu. Figür hâlâ oradaydı. Yaklaştı... Ama birkaç adım kala durdu.
Figür döndü. Gözleri sabit, ama tanıdık değil. Connor'un işlem modülü kısa bir sinyal verdi: ∞.
Bu... Emma değildi.
Ama bir şey vardı. Bir yankı. Bir iz. Bir benzerlik.
Tüm haklar bana ve Quantic Dream'e aittir.