Zehrini akıtmak ister gibi yaşları dökülmeye devam ederken gözlerinden, başını göğe kaldırdı genç kız. Kıpkırmızı ve dumanla çevrelenmiş göğe...
Sahi, en son ne zaman mavi görmüştü vatanının semasını? Burnundan eksik olmayan bu barut kokusunu ilk ne zaman solumuştu ciğerleri? Bilmiyordu.
Acıydı çünkü onun toprakları. Kandı, feryattı, ölümdü, savaştı. Yıllardır bitmeyen, tüm dünyanın unuttuğu; gözlerini, kulaklarını kapatıp, dillerini düğümlediği bir savaştı.
Fakat aynı zamanda cennetti de. Yaşamdı, imandı, İslam'dı, candı...
Göğünün daima kızıla boyandığı, bebeklerin şehadete erdiği; çocukların ninnisinin bomba seslerinin olduğu, toprağını yağmurun değil, kanın ıslattığı; nice yetimlerin, öksüzlerin gözyaşını sinesinde taşıyan, her bir karışında hâlâ anne babaların feryatlarının yankılanmaya devam ettiği...
"إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ"
(Şüphesiz biz Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz.)
Ayetinin dillere pelesenk olmuş topraklardı; tüm İslam'ın ortak imtihanı olmuş olan Filistin'di onun vatanı. Gazze'ydi, Kudüs'tü...
"Rüzgar onu alıp götürdü,Karadeniz'in hırçın dalgaları onun adını haykırdı."
"Eylül... Adı sonbahardı.Yıllar sonra rüzgar onu gerçeğine,ailesine geri getirecekti."