Derler ki, Ankora'nın beş krallığı bir zamanlar tek bir taçla hükmederdi. Ancak zaman, o tacı kül gibi savurdu ve geriye sadece parçalanmış krallıklar kaldı.
Ravenya Krallığı bir ihanet ateşiyle yandığında, genç Prens Alistair için çocukluk oyunları sona erer. Babasının tahtı, öz amcası Valdemar tarafından gasp edilmiş, krallık ise karanlığa gömülmüştür. Alistair için artık iki seçenek vardır: Ya kaçıp saklanarak hayatta kalacak ya da henüz taşımaya hazır olmadığı bir yükü omuzlayıp efsanelerde anlatılan o lider olacaktır.
Yanında sadece sadık bir general ve sokaklarda büyümüş üç yetimhane arkadaşıyla yola çıkan Alistair, sadece düşman askerleriyle değil; asırlık yeminler, sırlı kişiler ve güneyin ötesindeki kadim karanlıkla da yüzleşmek zorundadır.
Bu bir savaş hikâyesi değil; küllerin içinden yeniden doğmaya çalışan bir umudun hikâyesidir. Çünkü bazen kaderi tacı takan baş değil, külün içinden yürüyen kişi değiştirir.
~Kül Ve Taç~
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyun, hayvanlar için özgür olabilmek için bir umuttu. Şansları varsa avlanmazlardı, zaten şansızlarsa çoktan avlanmışlardır. İşte o ormanı Dünya, avları da biz evlenmemiş bakire kızlar olarak düşünün. Peki ya avcılar neydi? Onlar erkekler değildi, seri katiller hiç değildi. Onlar bu dünyadan değillerdi.
Asırlar önce atalarımız gökyüzünün tüm sırlarını açığa çıkarmak için savaşırlarken ve yeni bir dünya arayışına girerlerken bu dünyamızın sonu oldu. Keşfedilen her gezegende yeni bir hayat aradılar ve hep şu soruyu sordular; Başka canlılar var mı? Evet, vardı. Fakat biz onları bulmadık onlar bizi buldu.