İstanbul, 1996. Şehrin ruhu henüz keşfedilmemiş bir karmaşaydı; bir yanda neşeli pop şarkıları, diğer yanda derinleşen bir karabasan.
Hazar. Otuzlarının başında, görünmez bir elin tüm ipleri tuttuğu, "Sessizliğin Örgütü" diye bilinen yapının tartışmasız lideri. O, karanlığın kendisine bir unvan taktığı adamdı. Kuralı kanla yazılmış bu hayatta, Hazar, kaybedecek hiçbir şeyi kalmayanın soğuk, hesapçı zekâsına sahipti.
Mercan. Yirmili yaşların başında, gözlerinde fırtınanın yorgunluğu ama kalbinde intikamın yanıcı ateşiyle, Hazar'ın masasına oturan genç bir kadın. O, hayatının her köşesinde ihanete uğramış, artık sadece ateşe yürüyerek huzur bulacağına inanan bir ruhtu.
~
Bir gece yarısı, Tünel'in loş ve sisli atmosferinde, Kırık Plak adlı barda kaderleri kesişti.
Hazar, elindeki sigaranın dumanını havaya salarken, "Gecenin bu saatinde, fırtınaya tutulmuş bir gemi misali limanıma yanaşanın, ya sığınacak yeri kalmamıştır ya da alacağı bir canı vardır. Sen hangisisin, Mercan?" diye sordu.
Mercan, titreyen ellerine rağmen kararlı bir ses tonuyla, "Ben, unuttuğum bir sözü hatırlamaya geldim, Hazar Bey. Güven kelimesini," dedi ve ekledi: "Ve sizden, o güveni saklayabilecek kadar güçlü olmayı öğrenmek istiyorum."
Hazar, o ünlü, tehlikeli tebessümünü yüzüne yerleştirdi. "Güçlü olmak, Mercan," dedi, sesi bir fısıltı kadar alçaktı ama bir dağın ağırlığını taşıyordu. "Sırrını, başkasının eline verebilecek kadar korkusuz olmayı gerektirir. Sen bana zaafını sunmaya hazır mısın?"
Mercan'ın cevabı netti: "Benim en büyük zaafım, aşkım. Ve ben, o aşkın intikamını almayı, nefsimin son yudumuna sakladım. Size sunabileceğim tek şey, o intikamın karanlık ortağı olmak."
Bu, bir işbirliğinden çok, ruhların mühürlendiği bir anlaşmaydı. İki yaralı, iki tehlikeli kalp, 90'ların
Türk Mafya Lideri Harun Cihan Aktan ile,
Türkiye Cumhuriyeti Savcısı Firuze Aldinç...
Bir aile meselesi ile yolları kesişen bu iki insanın hikayesi,
CİHAN MAVİSİ.