Hayat bizi yerden yere vururdu;her darbede biraz daha yıkılabilir, ama yine de yeniden kalkmak zorunda kalırdık. Çoğu zaman, hiçbir şeyin anlamı yokmuş gibi hissederdik. Zaman, bizi bir kenara atar, en değerli anlarımızı çalar, en büyük umutlarımızı yok sayardı. Ama ne garip ki, o koca karanlıkta bir ışık aramaktan vazgeçmezdik. Bir şekilde, her düşüşün ardından yeniden ayağa kalkmaya çalışırdık.
Bazen bir gülüş, bazen bir gözyaşı, bazen de bir yabancı tarafından fısıldanan basit bir kelime... Bütün bunlar, yaşamın bizden çaldıklarını hatırlatır, ama aynı zamanda da, hâlâ sahip olabileceğimiz şeyleri gösterirdi. Ve bir gün, tüm bu düşüşler, kalkışlar, ağlamalar ve gülmeler, bizim kim olduğumuzu belirleyecekti.Birçok kez, her şeyin sona erdiğini düşündüğümüz anlar olurdu. O anlarda, hayata tutunacak bir dal bile bulamayacak gibi hissederdik. Ama yine de, bir şekilde o dalı bulur, ellerimizi uzatır ve tutunmaya çalışırdık. Çünkü içinde bir yerlerde biliyorduk: Umut, kaybolsa da asla yok olmazdı. Bazen zorla değil, zarifçe, hayat yeniden bir fırsat sunar ve biz de o fırsatı yakalamaya çalışırdık.
Nevanın başından geçen olaylara birlikte şahit olalım.
"Bu avına âşık olan bir avcının skandalı değil... Hâkeza sen aslanın pençesine düşmüş zarif bir ceylan değilsin; kurdun inine düşmüş bir kuzu da değilsin." diye fısıldadığında, sıcak nefesi sus çizgime çarptı. Kül kokan parmaklarının tersi şakaklarımdan aşağıya doğru yavaşça sürtünüp, kirpiklerime takılmış uzun perçemlerimin bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Sen sürüsü olmayan bir kar leoparısın, ben de seni yamacında saklayan uçurum."
•
•
•
*Kurgunun bütün hakları bana aittir! En ufak bir çalıntı durumunda, gerekli işlemler başlatılacaktır.