İzmir, 1970. Ege'nin güneşi altında parlayan şirin bir sahil kasabasında, komşu evlerin arasında bir aşk yeşerdi; ancak bir türlü çiçek açamadı.
Ozan (18), rüzgarla savrulan genç, asi bir delikanlı. Gözü kara, kurallara uymaktan nefret eden, içindeki fırtınayı kimseye göstermeyen bir kalp taşıyor. Onun tek zayıf noktası, hemen karşı evin penceresinden gördüğü o kız..
Sinem (15), yaşına rağmen olgun, cesur ve kendinden emin. Gözlerinde ne istediğini bilen bir parıltı var, ama Ozan'a her baktığında, o parıltı yerini utangaç bir titremeye bırakıyor.
Küçüklükten beri omuz omuza büyüdüler, birbirlerinin kahkahasına, sırrına ortak oldular. Birbirlerine dokunamasalar da, bir bakışları bile saatler süren konuşmaların yerini tutuyordu. Birbirlerine bakınca içleri giden, dayanamayan, nefesleri kesilen ama aralarındaki görünmez duvarı bir türlü yıkamayan iki genç ruh.
Ozan'ın öfkesi, Sinem'in gururu ve kasabanın katı kuralları... Acaba bu unutulmuş mektuplar gibi sessiz kalan aşk, 1970'lerin o sıcak yazında nihayet kaderini yazabilecek mi? Yoksa kavuşamayanların buruk hikayesine bir yenisi mi eklenecek?
"Korkuyor musun?" diye sordu, yüzüme biraz daha yaklaşırken. "Korkutuyor muyum seni?"
"Korkuyorum," dedim, ağlamamak için kendimi zor tutarken. "Ben bu adamı tanımıyorum."
"Tanı o zaman," dedi sertçe. "Keskin Kırım bu."
Kanlı elini yüzüme dokunmak için kaldırdığında istemsizce geri çekildim.
Eli havada asılı kaldı. Sonra yumruk yapıp indirdi.
"Sevdiğin adam bu," dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. Gözleri öfkeyle parlıyordu.