Esila Arslan, üniversite hayatının sıradanlığında kendi halinde yaşayan genç bir kadındır. Dersleri, kitapları, arkadaşları, bazen kalabalık İstanbul'a rağmen kurmaya çalıştığı sessiz dünyası...
Her şey olması gerektiği gibidir.
Ta ki o geceye kadar.
İlk başta küçücük bir ayrıntı gibi görünen şeyler zamanla bir örüntü hâline gelir:
Aynı sokaklarda aynı adımlar, peşinden esen tanıdık bir rüzgâr, karanlıkta parlayan kehribar gözlerinin hayal mi gerçek mi olduğundan emin olamadığı bir an...
Esila ne olduğunu tam anlayamaz ama içgüdüleri ona bir şey söyler:
Biri onu izliyor.
O biri ise çoktan kararını vermiştir.
Polat Karakaya için Esila sıradan bir kadın değildir; yıllardır karanlığın içinde kaybolmuş ruhuna değen beklenmedik bir ışık gibidir.
Gölgeler onun eviydi, ölüm onun oyunu...
Ama Esila, oyunun kurallarını bozmuştur.
Polat, Esila'yı ilk gördüğü anda onu sahiplenmiştir. Sessizce, uzaktan, kimse fark etmeden...
Önce adımlarını takip eder, sonra hayatındaki boşlukları fark eder, korkularını, güçlü olduğu yanları, kırılgan noktalarını öğrenir.
Her şeyi bilir; Esila'nın bilmediği ise kimin nefesini ensesinde hissettiğidir.
Esila'nın hayatı, farkında bile olmadan dünyanın en tehlikeli adamının çevresinde dönmeye başlar.
Ve Polat için artık dönüş yoktur. Bir kez seçtiyse, vazgeçmesi mümkün değildir.
Gölgeler yaklaşırken, Esila içini kemiren o tuhaf hisle yüzleşmek zorunda kalacaktır:
Onu izleyen kişi yalnızca tehlike değil...
Aynı zamanda ürkütücü bir çekim, açıklayamadığı bir yakınlık ve nefesini hızlandıran bir karanlık taşımaktadır.
Bu hikâye;
bir av ile avcının,
bir ışık ile gölgenin,
korkuyla tutkunun sınırında duran iki yabancının,
yavaşça birbirinin kaderine dönüşmesinin hikâyesidir.
Hiçbir şey göründüğü kadar masum;
hiçbir bağ göründüğü kadar güvenli değ