Yüzyıllar önce dünyanın en parlak krallığı vardı: Serethea.
Güneşe tapan bu halk, ışığın rehberliğinde barış içinde yaşar, her doğan bebeğin kaderi görünmez bir çember ile çizilirdi. Ta ki kraliçenin üçüncü çocuğu doğana kadar...
O bebek, kaderini saklayamadı.
Çünkü çemberi görünmez değildi-
burnunda altından doğmuş bir halka vardı.
Bu, efsanelerde anlatılan lanetli çemberin ta kendisiydi.
Bebeğin adı Lalisa kondu...
ve o ağladığında güneş gökyüzünden silindi.
Işık, tüm ihtişamıyla onun minik bedeninde parladı-
ama dünya karanlığa gömüldü.
Lalisa büyüdükçe laneti de büyüdü:
Önüne çıkan her canlının ruhunu emiyor,
Serethea'yı korku ve karanlığa sürüklüyordu.
Krallığın kurtuluşu için ailesi ağır bir karar verdi:
Onu yeraltındaki sonsuz bir karanlığa,
insan ruhunun ulaşamayacağı bir mahzene hapsettiler.
Zaman geçti.
Yıllar yüz yıllara döndü.
Karanlık mahzen, dünyanın hareketiyle denizin en derin noktasına gömüldü.
Lalisa'yı kimse hatırlamaz oldu-lanet hariç.
Bir yaz günü küçük bir çocuk, Jungkook, abisiyle çıktığı tekne gezisinde dalış yaparken akıntıya kapıldı ve denizin derinliklerine sürüklendi.
Nefesi tükenirken gözünü açtığında kendini-mahzende buldu.
Ve orada...
bin yıl sonra ilk kez gözlerini açan Lalisa ile karşılaştı.
Lalisa'nın içindeki çember, taze bir ruhu görünce uyanacaktı-
ama bu defa saldırmak için değil.
Çember, Jungkook'u seçmişti.
Lalisa'nın değil.
Dünyanın değil.
Bizzat kendisinin.
Çünkü kehanet der ki:
"Altın Çember gerçek sahibini bulduğunda,
ya güneş geri döner...
ya da dünya sonsuza dek söner."
Jungkook'un gelişi,
bin yıllık lanetin çözülmeye başladığını
ve çok daha büyük bir felaketin yaklaşmakta olduğunu işaret eder.
Serethea uyanıyor.
Ve hiçbir şey aynı kalmayacak.
Hayatım okul, ev ve okuduğum webtoonlar arasında geçip giderken bir öğleden sonra ekmek almaktan dönerken bana çarpan webtoon tırı ile kendimi en son okuduğum serinin içinde ana karakterin çirkin kız kardeşi olarak bulduğum zaman işler sarpa saracak gizemli mektup arkadaşımın neler sakladığını öğrenmeye çalışacak ve canavarı prensin gerçek yüzünü daha da iyi anlayacaktım. Düzeltilmesi gereken hatalar, verilmesi gereken fedakarlıklar. Yenilmesi gereken bir düşmanla hayat hiç bu kadar zor olmamıştı. Ben kimdim? Ankara'da annesi ile yaşayan tıp fakültesi öğrencisi Yağmur mu? Yoksa Adonis Grandük'ünün en küçük çirkin ve şişman kızı lady İril mi? Bunu öğrenmenin tek yolu hikayeme katılmak ve bu uzun maceramda bana eşlik etmek. Eğer isekai seviyorsanız, güçlü bir sevgi bağı görmek istiyorsanız, karakter gelişimi izlemek istiyorsanız hadi gelin ve baha ve hikayeme bir şans verin. Emin olun pişman olmayacaksınız. Başlıyoruz.