Yere düşen müzik çalarımdan ayrılan kulaklığım yüzünden en sevdiğim şarkının odayı dolduruşunun titrekliğiyle dikildim karşısında.
Sanki, o şiirleri okuyan, zayıf ay ışığının altında bana umutla bakan O değilmiş.
Sanki, 10 yıl geriye gitmişiz ve evcilik oynarken arabasının üstüne basıp kırmışım.
Sanki, balığı Portakal'ı fanusundan çıkarıp bir kenarda ölüme bırakmışım.
Sanki, depremde yıkılan binanın molozları arasındaki en sevdiği kişinin cansız bedenini göstermişim.
Her saniye, gözlerindeki değişen duyguları ne zaman dışa vuracağını merak ederek bakıyordum yüzüne.
Uzun kirpikleri, güzel kahverengi gözlerini gölgelediği an döküldü dudaklarından o tek heceli kelime...
"Git!"
İşte şimdi, o ezilen araba bendim.
Şimdi, kımıldamayı kesen Portakal bendim.
Şimdi, molozların arasındaki cansız beden bendim...
*Düzenlendi*
Evden kaçmış, sokakta yaşayan bir hırsız...
Peki bu hırsızın ailesi gerçek ailesi değilde üveyse,
Doğumda karışmışsa...
....
Önümde oturduğu yerde alttan alttan bana bakıyordu.
"Bana niye öyle bakıyorsun?"
"Nasıl bakıyorum?" Gözlerimin içine baktı, yanakları kızardı.
Düşündüm ciddiyetle bir kaç saniye.
"Şey gibi.."
"Ne gibi?" Yanakları daha da kızardı. Utanmıştı ama cevabımı hevesle bekliyordu.
"Enik gibi."
Bir kaç saniye sessizlik oldu.
" Öf Seren ya! Bütün hevesimin içine ettin!" Sinirle ofladı.
Kahkaha attım.
*Kapak Pinterestten alınmıştır.*