Hayat sıradanlıklarla dolu bir kumar masası gibidir kimileri için. Her seferinde tek bir defa zar atma şansınız vardır ve altı kenarın size sunduğu iki seçenek bulunur; sıradan bir gün ya da ekstra sıradan bir gün. Her kumarda olduğu gibi bu masada da kaybettikleriniz kazandıklarınızdan daha değerlidir. Zaman gibi, aşk gibi, fırsatlar gibi... Gibi, gibi, gibi! Hayatınıza daha giriş yapamadan ellerinizden kayan bu değerler, gün gelir mumla dikilir hale getirir sizi. Bu masada bulunduğunuz sürece kaybetmeye mahkumsunuz! Kimi insanlar bu masaya habersiz bir şekilde oturmuştur. Örneğin, Çisem Eliçin. Güzel İstanbul'un, pek de güzel sayılmayan bir ilçesinde, sıradanlığın, sıkıcılığın ve korkağın kelime anlamı olan bu kız, bu kumar masalarının başını çeker. Öyle korkak dediğime bakmayın siz. Gayet güçlü bir kızdır Çisem. Güçlüdür, güçlüdür de aşk kapısında biraz sendeler. Eh, sıkı bir aile üzerine olsun o kadar. Safın teki olması bir yana, kendisinin bile bilmediği yüzsüz bir tarafı da vardır. Önemli olan bu tarafın varlığı değil, uyanışıdır. İşte tam bu noktada hayatına damlayan iki renge açar gözlerini. Hayatına aldığı bu iki genç adam birbirinden o kadar farklıdır ki karakter olarak! Birinin ak dediğine diğeri kara, biri odun iken diğeri tam bir saray mensubudur. Duygular konusuna gelirsek... birine aşkla bakarken, diğeri kardeşinden farksızdı. Bir iş başvurusuyla, iki gencin hayatına giren bu kızımızın işi birazcık(!) zor gibi. Öyle ki kardeşlerden birinin sakat olmasının yanında olayları kontrol altında tutmak isteyen bir anne de işe dahildir. Kendi sorunlarını, çiğneyerek bir kenara atmak isterken izinsiz bir şekilde Kont'ların hayatına girecek, sırları gün yüzüne çıkaracak olan Çisem, bu işin sonunda mutlu olabilecek mi orası bilinmez ama bu süreçte ömrü boyunca tatmadığı duygulara kucak açacak.